" Selçuklu camilerinin yatay gelişen 'kütlesi, Beylikler devrinden başlayarak bir yükseliş göstermeye başlamış, Sinan'ın yapılarında bu proporsiyon dengelenmiş, söz gelimi Süleymaniye bir eşkenar üçgene sığabilen oranlarla tesbit edilmiştir. Yükseliş, Sinan'dan sonra da devam etmiş, fakat klasik çağdaki uyumunu kaybetmiştir. Sinan'dan önceki uygulamalarda, yeri keslinmeşmeyen minareler, Sinan'la birlikte, caminin kuzey duvarında iki köşede tek, iki veya üç şerefeli kuleler halini almıştır. İlk önemli gelişmelerini Beyazit Camii (ana kütlenin kuzey cephelerinin iki yananda)'nde ve Edirne Üç Şerefeli (hem ana kütle, hem de avlu köşelerine)'de olmak üzere tamamlanan şema, Süleymaniye'de tekrarlanır. Dört minarenin cami kütlesinin köşelerine yerleştirilmesi şeklindeki ilk uygulama Selimiye'de gerçekleştirilmiş ve cami kütlesinin minarelerle olan ilişkisi, yatay düşey etkilerin karşıtlığı ustalıkla dengelenmiştir. Sinan'ın minare tasarımı, özellikle Süleymaniye'deki durum halk arasında, bazı tarihi gerçeklere bağlanır. Yapıda dört minarenin bulunması, yapıyı inşa ettiren Kanunî Sultan Süleyman'ın, Fetih'den sonraki dördüncü padişah olduğunu; şerefelerin on adet oluşunun ise, Kanunî'nin onuncu Osmanlı padişahı oluduğunu gösterdiği yolunda yaygın bir inanç vardır. Selimiye minarelerinden iki tanesinin içinde üç ayrı merdiven olduğu; her biri ayn şerefeye ulaşan bu merdivenlerin, halkın büyük mimarı hayranlıkla anmasına sebep olduğu bir gerçektir. "
Marmara Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Yayınları
Her sanat adamının bütün eserleri içinde, kendinin de beğendiği bir eseri vardır. Bütün mimari üstatları Sinan'ın şaheseri olmak üzere, Süleymaniye'yi tanıyorlar ve Bizans ufkunun şeklini değiştiren bu büyük abide önünde hürmetle eğiliyorlar. Fakat Sinan, kendi şaheseri Saii'ye yazdırdığı anılarında, yaptığı bütün binalar arasında kıymetsiz bir olay gibi bahsediyor. Onun, kendince, bütün sanatını gösteren bir eseri var: Edirne'de II. Selim Camii..
Reklam
Toplumsal kamplaşmanın nedenlerinden biri de bu yanlış uygulama olabilir.
Pul koleksiyonculuğu, bir hobiden çok daha fazlasıdır. Evvela kültür işidir. Memleketin halini ve gidişatını pullar üzerinden takip etmek mümkündür. Aynı şeyi para için söyleyemeyiz. Pula 'modern minyatür' dersek yanlış olmaz. Pulun üzerinde yer alan her desenin, işaretin, resmin ayrı bir anlamı vardır. Mesela dünyanın en güzel serisi seçilen
mimar sinan
1490 yılında Karaman eyaletinde doğduğunu biliyoruz. Hıristiyan, muhtemelen Karamanlı Rum bir aileden geliyor, çünkü devşirme olarak orduya, Yeniçeri ocağına alınmış. 1538'de başmimarlığa tayin edildiğini öğreniyoruz. Bu, o çağ için oldukça ileri bir yaş. O zamana kadar daha çok orduyla, seferlerde çalışmış. Kanuni ile birlikte dört sefere
Her sanat adamının bütün eserleri içinde, kendinin de beğendiği bir eseri vardır. Bütün mimari üstatları Sinan'ın şaheseri olmak üzere, Süleymaniye'yi tanıtıyorlar ve Bizans ufkunun şeklini değiştiren bu büyük abide önünde hürmetle eğiliyorlar. Fakat Sinan, kendi şaheserinden Sai'ye yazdırdığı anılarında, yaptığı bütün binalar arasında kıymetsiz bir olay gibi bahsediyor. Onun, kendince, bütün sanatını gösteren bir eseri var: Edirne'de II. Selim Camii...    Sinan'ın bu eserinde en çok övünmesini gerektiren nokta, asırlardan beri bütün kilise ve daha doğrusu Hristiyan mimarisine örnek olan eski ve tarihi bir abideye İslam ve Türk sanatıyla üstün gelmiş olmasıdır. İşte, Sinan'ın Edirne Camii'ni, Süleymaniye'den de fazla övmesinin tek sebebi: Milliyet benliği...
Sinan'ın eserlerinden, Süleymaniye'yi, Ayasofya ile mukayese etme arzusu, daima sanat tarihçilerini meşgul etmiştir. Halbuki bu mabet iç görünüşü itibariyle tetkik edilirse, Osmanlı mimarisinden en esaslı ayrılık noktasını bulmak mümkündür. Bu Bizans yapısı, iç görünüşünde uzunlamasına bir tesir yaratmaktadır. Halbuki esas plân kare üzerinedir. Ancak batı ve doğu kemerlerini taşıyan sütunların, iki galeri halinde üstüste yapılmış olmasından bu kısım duvar hissini vererek dikdörtgen gibi görünür. İşte bu, iç görünüş, Türk İslâm camilerinde yoktur. Sinan devri yapılarında, bilhassa Edirne'deki Selimiye ile tamamen bir kare içinde, büyük kubbenin bütün hasmetini hissettiren bir tarzda tahakkuk ettirmiştir. Sinan'ın kubbe inşaatında o zamanki teknik imkânlarla gösterdiği yüksek sanat kudretine, hayran olmamak elde değildir.Çünkü insan o binaya girdiği vakit, haşmetli kubbenin altında, destek kısımlarına dikkati çekilmeden, sadece başını saran geniş ahenkli yuvarlaklığın boşlukta imiş gibi, doğrudan doğruya ilâhi tesiri altında kalır.
Reklam