Tenekeci'nin üslubunu bildiğiniz zaman kitap daha güzel ve akıcı ilerliyor. Yazıları düz bir gezi yazısı olarak görmüyor cümlelerin içindeki incelikleri görüyorsunuz.
Kitabın arka kapağını okumadığım için başladıktan sonra beklediğimi alamadığım ve biraz hayal kırıklığına uğradığım bir kitap oldu.
Kitap iki bölümden oluşuyor İlk bölümde yaptığı gezilerden bahsediyor bunların çoğu dağ gezileri. Dostlarıyla birlikte çıktığı bu gezilerde samimiyet var, samimi niyet var. Dağ yalnızca bir yükselti değildir, her şeyden önce bir kültür ve mülhem duygusal bir canlıdır (H.Hatemi). Dağ ile baba imgesinin birbirini tamamladığını söylüyor yazar çünkü her ikisinin de güven ve korku verdiğini kendi deneyim ve tecrübelerinizi de işin içine katarak tasdikliyor. Yolculukları esnasında karşılaştıkları ve muhabbet ettikleri Anadolu insanının zorlu ve dokunaklı hayatlarına, yoksulluklarına, fedakarlıklarına ve vefalı oluşlarına hayranlığını dile getiriyor.
İkinci bölümde; İstanbul, çocukluk, kara tren, tespih, dolma kalem, pullar, kelimeler gibi konuları ele alan yazar, baktığımızda cansız birer eşya/varlık olan nesnelerin her birini canlı muamelesine tabi tutuyor. Mesela tespihten vefalı bir arkadaş diye bahsediyor, hiç konuşmadan bir talepte bulunmadan zor zamanlarımızda yoldaşlık ettiğinden...
Ben sanırım hem Tenekeci'nin diline çok alıştığımdan hem de gezi yazısı okumayı çok benimsemediğimden okurken biraz sıkıldım. Siz anı-deneme kitabı okumayı seviyorsanız dili ve anlatımı güzel diyerek tavsiye ederim.