Bir anda bitti bu kitap. Sürükleyici miydi bilmiyorum ama yine içimin derinliklerine dokundu. Yine hemen bitirmek istemedim ama bu hazin hikayenin nasıl sonlanacağına dair merakıma yenik düştüm.
İnsanların hayatını baştan aşağıya değiştiren, büyük acılar, dramlar, ayrılıklar yaratan savaşa, ırkçılığa, ayrımcılığa lanet okumaktan alamadım kendimi. Neden öldürüyoruz? Neden ayırıyoruz? Neden paramparça ediyoruz ? Öldürdüğümüz, ayırdığımız, paramparça ettiğimiz şey insanlığımız oluyor. Kaybediyoruz her seferinde, kazandığımızı zannettiğimiz zaman kaybediyoruz üstelik. Bu noktada kitapta da geçen şu enstantane yerinde olur sanırım; “Başına gelene şaşırmayasın İsyan. Şunu kafana sok, kardeşin senin asla erişemeyeceğin bir üstünlüğe sahip.”
“ neymiş o” diye sordum.
“O, eski bir direnişçinin kardeşi; sen ise alt tarafı eski bir kaçakçının ağabeyisin.”
Güldüm. Hıncım geçmişti.
Bu diyalogta da tekrardan anlıyorum ki, siyah olmalı ki beyazın kıymetini bilelim.
İsyan’a isyan eden bir tek ben olmayacağım eminim ki. Ancak İsyan eğer akıl hastanesinde yıllarını harcamasaydı, bu hikayenin sonundaki o kavuşmanın ruhumuzu titretmesini duyumsayamazdık.
Yine kitaptan; “ Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir.”
Böyle bir farkındalık ancak yaşanmışlıklarla oluşabilir diye düşünüyorum. Bu farkındalığa çok erken erişebiliriz umarım umuduyla, Amin Maalouf’a saygılarımı iletiyorum. İyi ki tanıştım, Doğu’nun Limanları’yla.