Kitap son derece akıcıydı. 200 küsur sayfadayken kitabın o kadar içine girmiştim ki sanki kendi zaman akışımla paralel bir kitapmış ve ben ölünceye kadar olaylar akacakmış gibi hissettim. Bununla beraber kitap çoğunlukla Anna ve Levin üzerinden dönüyordu ve %40-%70 lik kısımlar arasında Anna'nın kısımlarında sıkıldım. Levin'in bölümlerini hızlıca tüketirken Anna'nın bölümünde nispeten daha uyuşuk hissettim kendimi. Sanırım bu tamamen benim ilgimle alakalıydı.
Kitabın konusunu belirlemek çok zor ama bana sorarsanız kadın-erkek ilişkileri derdim. Cinsiyet eşitsizliği, toplum baskısı, iç hesaplaşma, vicdan, nefret, ölüm her şey kadın-erkek ilişkisi etrafında anlatılmaktaydı. Yazarın bu konuları çok iyi bir şekilde incelemesi bir yana, benim için ortalama bir roman olarak kaldı.
En sevdiğim kitaplar arasına giremedi ne yazık ki. Yine de okuduğum için pişmanlık duymuyorum.