Ama kadın denemeyecek kadar narin bir bedeni vardı. Doğum yapamayacağına iddiaya girerdim. Çıkık kaşları gözlerini küçültüyor, bakışlarını perdeliyordu. “İçiyor muydu?” Kız, evet der gibi başını eğdi. “Sık sık sarhoş olur; endişelenmeyin,” dedim. “Yüzünü soğuk suyla yıkayın, gözlerini açar.” “Düşerken başını çarptı, baygınlığının nedeni bu olmalı. Telefonu çalışmıyor, doktor gerekiyor…” Evi, yalnızlığımın işaretlerini sezebiliyormuş gibi dikkatle süzmüştü: Yıkanmamış tek tabak, tek çay bardağı, üstü sigara yanıklarıyla dolu masa ve bir nesne gibi fark edilen hüzün. Gözleri küçük olmasına küçüktü, ama ayna gibi içine aldığını çoğaltıyordu. Yüz yüze durmamak için isteğine uyarak onu izledim: Tekine katlanamazken, gözlerinde ikizlerimi görmemek için. Birlikte karşı daireye geçtik. Kadir, kızın dediği gibi yerde boylu boyunca yatıyordu. Sandığımdan da kısaymış… Bu, ölüyor olmasından daha şaşırtıcıydı. Sonra çözdüm: Ayaktayken olduğundan büyük görünmesinin nedeni iri laflar etmesindendi. Bir kolu, ulaşmak istediği bir şey varmış gibi ileriye doğru uzanmıştı.
Hiçbir zaman bağlama öğretmeni olmasa da o, sürekli farklı farklı kaynaklardan beslenir. Bu konuyla ilgili ilginç bir anısını da örnek verir: Musa Eroğlu 14-15 yaşlarında köyünden çıkar ve yörenin Abdal müzisyenlerinden oluşan bir incesaz ekibiyle ara sıra birlikte çalışmaya başlar. Düğünlerde, çeşitli özel ortamlarda müzisyenlik yaparak para
Sait, Eleni, Cahit ve ben, Bohem meyhanesinde oturuyorduk bir akşam. Sait, kıskançlık denilen duyguyu hiç anlamadığını anlatıyordu bana. "Senin aşık olduğun kadına o da tutulduğu için, bir erkeğe nasıl düşman kesilirsin, nasıl kıskançlığa kapılırsın?" diyordu. "Seninle aynı duyguları paylaşan adam, sana en yakın insandır, senin
"Fazla yeme, kilo alacaksın," diye beni uyaranlara da büyük halk ozanı Musa Eroğlu'ndan duyduğum bir cümleyle cevap veriyorum artık: "Yahu 40 yaşında ekmek bulduk, bırakın da rahat yiyelim!"