Evet, baba şimdi yıllar önce işaret ettiğin yerdeyim. Bu sefer yalnızım. Sen yoksun. Seninle birlikte yan yana çarpıştığımız günlerden sonra yolum döndü dolaştı kanımla yıkanacak topraklara geldi.
Kerbela, çöllerin en sessizi.
Çöl. Ateşi söndürülemeyen kumlar yangını. Boşluğu dolduramayan bulutlar yazgısı. İsmi çöl. Güller rengini çölün yangınından alır. Güzeller güzeli Yusuf, Züleyha'ya çöllerden geldi.
Sarayda ölü büyüyen Musa, çölde peygamberliğe doğdu. Çöl yalnızların bahtı. Çöl çileye yürek bükenlerin çivisi sökülmüş tahtı. Çöl nur yatağı. Çöl hicret ırmağının aktığı vuslat durağı.
Çöl, yolunu yitirene, "Burada umut var!" diye seslenen kırık bir ses. Çöl, güneşin, kumun yakıcılığını emip üzerine ayak basanın yüreğine yanıklık üfleyen bir nefes.
Çöl, bir yanı kum, diğer yanı fırtına.
Çöl, bir yanı dağ, öteki yanı deniz. Çöl, hasret. Vurgun. Yıkılış ve yakarış yurdu.
Çöl, yokluk sahrası, varlık vahası.
Çöl, bağrına düşen her yolcuya maşuğunun fanileştiğini seraplaştıran gölgeler kırımı.
En uzun gece de burada, en kısa gece de.
Çöl, ancak kalbin kıyısında bir hikâye oluyor. Geride kalan ya bir ceset yahut da bir efsane... Ya da bir hiç! Hiç! Bir çölün en uzun ömrü bu kadar.