Esenliğim, sevincim, neşem.
Tur Dağı'na giden Musa'm, Nuh gemisine dönen güvercinim. Orta Çağ'dan kalan iyimserliklerin solgun baharı, düşümde her gece gördüğüm kelebek. Biliyorum, yol tenha, dal mecalsiz ve su durgun; çiçeğin rengi solmakta, şarkısı sona eriyor kuşların. Bir medeniyet, durgun havuzlarında yaktığı aklının kara dumanlarına bürünüp mersiye okuyor ardından şimdi senin. Ey gönül medeniyeti!... Sevgisizlikler, zulümler, kötülükler sardı yokluğunda çevremizi. Ama biliyoruz ki biz, sen yaşıyorsun hâlâ ve ısıtıyorsun bedenimizi, ısıtıyorsun ruhumuzu. Sensiz olmuyor mirim, sensiz olmuyor.
Hem kadeh hem bade hem bir şûh sakidir gönül
Gönlüm! Aziz dostum!...
Nerelerdesin, ya dön artık yurduna; ya iki satar yaz bize...
DAHA DÜN GİBİYDİ...
(Âyine, s.16-19)