Bir gece Orhan Veli, konuk kaldığı Pendik'te ressam Haşmet Akal'ın evinde, nasıl edip de şiirlerine yaygınlık sağlayacağını sabaha dek düşünmüş, sonra uçakla İstanbul'un üstüne şiirlerini yağdırmaya karar vermiş. Uçak nasıl kiralanacak, para nasıl bulunacak?
İki üç gün sonra hemen bütün gazete ve dergilerde, Orhan'ın "rakı şişesinde balık olsam" dizesiyle alay ediliyordu. Bu alaylar yüzünden artık uçağa gerek kalmamıştır. Alaylar, bir tek uçak değil, uçak filolarından İstanbul'a yağdırılacak şiirlerin etkisini yapmıştır. Orhan Veli, gerçekten değerli bir şair olmasaydı, alay konusu olarak kalır, maskara olurdu. Sonraları Orhan'ın şiirleriyle alay edenler, alay konusu olmuşlardır.
Okurların, gerçekten hangi ortamda yazdığımı gerçek yüzüyle öğrenmek istediklerini sanmıyorum. Ama sormuşsunuz, anlatayım. Ortam mortam diye bi şey yok, ne demek ortam?
Bir şair, en güzel şiirlerini, Beyazıt kulesinin tepesinde, kendini aşağı atıp öldürmek bunalımları içinde yazdığını söylerse, okurlar, şairin bu delice isteğiyle, şiirlerinden daha çok ilgilenirler.
Ben genellikle yazılarımı evimde, tıklım tıklım kitapla dolu odamda yazarım. Bunu da karım, "Hangi Türk yazarının seninki gibi özel odası var? Hâlâ da yakınıyorsun..." diye sıksık başıma vurur.
Çok yazmaktan, sağ elimde on yedi yıldan beri "yazar krampı" denilen bir hastalık vardır. Başkaher işi kolaylıkla yapan sağ elim, yazı yazarken, bir iç dirençle karşı koyar. Onun için daktiloda yazmayı yeğlerim. Sandalyenin üstünde bağdaş kurup yazdığım, belki okurlara ilginç gelebilir. Çocukluğumda, yoksul evimizde hep bağdaş kurarak oturduğum için, bu alışkanlık o zamandan kalmadır. Bağdaş kurmada, boyumun kısalığının da etkisi var sanırım. Sandalyede otururken, ayağım yere rahat dayanamadığı için, sağ ayağımı altıma alır, öyle otururum. Eh, yine de oldukça acaip sayılabilir.
Nasıl göründüğünü hatırlayabilmek için bazen konuşmalarımız sırasında ismini Google yazıp fotoğraflarına bakardım. İnternette onun hakkında bulduğum her şeyi okuyup, sık sık ona kendi röportajlarından alıntılar attım; benden artık bunu yapmamamı istedikten sonra bile. Bunu "feci utanç verici" buluyordu. Ben de şöyle yazdım: sen de bana gece 3:34'te e-posta yazma o zaman (yaz ama). Cevap verdi: ben 21 yaşında birine gecenin köründe e-posta mı yazıyormuşum, neden bahsettiğini bilmiyorum. Hayatta yapmayacağım bir şey.