@naturelkitap
-O zamanlar yani bin beş yüzlü yılların sonlarında cehaletin kol gezdiği Avrupa ülkelerinin karşısında büyük bir Osmanlı İmparatorluğu varmış. Tüm Avrupalı kadınların korkulu rüyası haline gelen cadılık kavramı bizim kapımızdan içeri hiç girememiş. Almanya'da, cadı olduğundan şüphe edilen kadının suçunu itiraf etmesini sağlamak için bir oyuna başvuruluyormuş. Karanlık bir hücrede kadın günlerce hapsedildikten ve uykusuz bırakıldıktan sonra, bir gece şeytan kılığına girmiş birisi onu ziyarete geliyormuş. Eğer kendisine tapmayı kabul ederse, onu kazığa oturtulup yakılmaktan kurtaracağını söylüyormuş. Zavallı kadın içinde bulunduğu bu korkunç durumdan kurtulabilmek için bu vaatlere inanıyor ve bu durum kadının gerçekten cadı olduğunun kanıtı sayılarak hemen cezası veriliyormuş. Almanlar bu kaba ve acımasız şakayı çok eğlenceli bulmuş olacaklar ki, yıllarca şiir ve şarkılarında bu temayı işlediler. - Demek... toplumlar da hastalanabiliyor...
Sayfa 125
Reklam
- Evet... Çok beğendim... Insan gibi davranıyorsunuz hastalarınıza... Deli muamelesi yapmıyorsunuz... İdare etmiyorsunuz... Ne gerekiyorsa onu yapıyorsunuz... Tepkilerinizde hiç iskonto yapmıyorsunuz. - Iskonto yapmıyorum ha! "Vay canına" diyorum içimden. Kıza bak! Ben onunla ilgili henüz hiçbir şey bilmezken o beni çoktan muayene etmiş, hatta teşhis bile koymuş. Tepkilerinizde iskonto yapmıyorsunuz diyor. Ilginç bir tabir doğrusu! Aslında kız haklı galiba, biz psikiyatristler bazı tepkilerimizde iskonto yapar, insanları idare ederiz. Bazen ben de yaparım bunu.
Sayfa 71
“…yoksa Hatice Hanım gibi cehaletin mutluluğu mu tercih edilmelidir?”
Sayfa 82

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir kez daha derin bir yarılmanın eşiğinde bir birimize bakıyoruz. Schopenhauer'ın kirpileri gibiyiz. Üşüdüğümüz için birbirimize sokuluyor, birbirimize sokulmakta bir sıcaklık ve emniyet buluyoruz. Ama o da ne? Yaklaştığımızda dikenlerimiz birbirine batıyor, canımızı acıtıyor. Sonra can havliyle uzaklaşıyoruz birbirimizden, ama işte bukez de üşüyoruz. Mesaimizi, hem ısınabileceğimiz hem de birbirimizin canını acıtmayacak bir mesafede durabilmeye harcıyoruz.
Sayfa 285
Bu sınıf aslında şehrin yeni yoksulları. Hep birileriyle yarıştıkları için, para asla onlara saadet olarak geri dönmüyor. Hayatlarında parayla satın alınamayacak değerler olmadığı için çok ama çok fakirler. Fakirler, çünkü vermeyi ve paylaşmayı bilmiyorlar. Fakirler çünkü onlara kılavuzluk eden, onları gemleyen bir ahlaki standartları yok. Ayakları bu topraklara basmadığı için bir yurtları da yok. Orayı fedakârlık ve sevgiyle bezemedikleri için gerçek bir ev edinemiyorlar. Sadece avlanmak için yaşayan vahşi hayvanlara benziyor ve insanların dünyasına has adalet ve hakkaniyet gibi değerlerden uzak yaşıyorlar.
Sayfa 243
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam