Şu anlatacağım husus, sükûtun faziletini ifâde için yeter. Ağızdan çıkan sözler dörde ayrılır:
Birinci kısım, sırf zarardır.
İkinci kısım, sırf menfaattir.
Üçüncü kısım, kâr ve zarar karışıktır.
Dördüncü kısım, ne kâr ne de zarardır.
Sırf zarar olan sözlerden ve hattâ hem kârı, hem zararı olup da, kârı zararını karşılamayan sözlerden sükût etmenin lüzumu meydandadır. Ne kâr ne de zararı olmayan sözlere gelince, bunların kıymetli vakitleri öldürmeleri bakımından aynı husrân ve zarardır. Bunlardan da kaçınmak lâzımdır. Görüldüğü gibi sözlerin dörtte üçü düştü. Kaldı dörtte biri, o da sırf menfaat olan sözlerdir ki, bunlarda da tehlike vardır. Çünkü buna da riya ve gösteriş gibi yapmacık sözler, gıybet ve nefsi tezkiye gibi fuzuli sözler, gizli bir şekilde ve hiç farkında olmadan karışabilir. Bu sebeble insan tehlikeye düşer.
İnsandaki her özellik ariyettir, gölgedir, emanettir. Allah'takiler ise asıldır, tümüyle kendinindir. Onun için "İnsanda hiçbir şey yoktur ve Ben dediği bir hayalden ibarettir" diyoruz. İnsan bir hayaldir ama öyle bir hayaldir ki aslında ne varsa, o damla mesabesinde olan minicik hayale de aktarılmıştır.
Esma-yı hüsna içinde dar (sıkıntı) vardır. Bu sebeble , insan bir sıkıntıya düştüğünde bile "Allah'ın dar esması bende tecelli etti "diye düşünerek, memnun olmalıdır. Çünkü er yada geç "O gün arz, arzdan gayrıya tedbil olunur, semalar da, tek ve kahhar olan Allah'a büruz ederler" ayeti icabı, bunun yerini, zıttı olan ferahlık alacaktır. Zulmetten nura dönüş budur.