Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
158 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Bir dudağım teselli ve diğeri tecelli. Sükût ile birleşince dudaklarım bir keder tebessümü, bu dünyaya ait olmayan bir ufkun çizgisine dönüşüyor. Keder ve hüzün en çok dudaklardan anlaşılır ve gözlerden. Bunca yıldır tatlı bir hüzün duyarken, anlamsız gülüşlerime sebep neydi? Neden tek başınayken gülemiyor insan? Yalnızlık bir hüzün alameti mi?
Hayat Nedir
Hayat NedirHace Yusuf-i Hemedani · İnsan Yayınları · 2016183 okunma
Allah ŞAHADETLERİNİ kabul etsin.
MEKANLARI CENNET OLSUN 2015-2016-2017 YILI TEMMUZ AYINDAN BERİ 1170 VATAN EVLADI ŞEHADETE ERDİ 1-ŞEHİT POLİS MEMURU BÜNYAMİN TORĞUT 2-ŞEHİT POLİS MEMURU OKAN ACAR 3-ŞEHİT POLİS MEMURU FEYYAZ YUMUŞAK 4-ŞEHİT UZMAN ONBAŞI MÜSELLİM ÜNAL 5-ŞEHİT ASTSUBAY MEHMET YALÇIN NANE 6-ŞEHİT POLİS MEMURU TANSU AYDIN 7-ŞEHİT ASTSUBAY İSMAİL YAVUZ 8-ŞEHİT UZMAN
Reklam
TÜRK TİYATROSU TARİHİ'NİN
BELKİ DE EN BAHTSIZ ''AİLESİ'' TOSUN'LAR.. 1926 yılında, Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde doğan Necdet Baba lakaplı Necdet Tosun, 1955 yılında öğlenleri lokantacılık, akşamları da bir terzide çalışarak geçimini sağlıyordu. Kilolu ve sevimli görünüşü sebebiyle çevresinde de hep sevilmişti. Çocukları
Ölmek felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek felakettir.
Önceleri Hâcegân tarîkatı adıyla anılmakta iken, zamanla Bahâeddin Nakşbend’in ismine izâfetle Nakşbendiyye adıyla meşhur olan bu tasavvuf ekolünün mâhiyetini en iyi özetleyen, Uşşâkî şeyhi merhum Hüseyin Vassâf’ın (ö. 1929) şu cümleleridir: ‘‘ Bu tarîkat-ı aliyye’de ihdâs olunmuş bid‘at olmadığından ve mesleklerine lâubâlîlik girmediğinden efkâr-ı umûmiyye-i İslâmiyye’de hakkıyla hüsn-i kabûl görmüş ve pek sür‘atle intişâr etmiştir (yayılmıştır). Bu intişârında âmil-i müessir ise ekseriyetle ulemâ-i İslâmiyye’nin rağbetkâr olmasıdır.’’
11 Kandil
11 | Vukûf-i kalbî Bu terimin iki mânâsı vardır. Birincisi sâlikin zikir esnâsında Allah’ın huzûrunda olduğunun bilincinde olması, ikincisi ise zikir esnâsında kalbine teveccüh edip kalben zikrin mânâsının bilincinde olmasıdır.
Reklam
11 Kandil
10 | Vukûf-i adedî Zikirde sayıya riâyet etmek anlamındadır. Sâlik düşüncelerinin dağılmasını engellemek gâyesiyle kalben yaptığı zikrin sayısını bilmelidir. Nefesini tutarak üç, beş, yedi ya da yirmi bir defa kelime-i tevhîd okumalı, zikrin tek sayıda olmasına özen göstermelidir. Bahâeddin Nakşbend’in ‚Vukûf-i adedî ilm-i ledünnînin ilk mertebesidir.‛ dediği ve bu târifin yeni mürîdler için geçerli olduğu söylenir. İleri derecedeki sûfîlere göre ise vukûf-i adedî, tek olan Allah’ın, sayıları çok olan kâinât eşyâsında (a‘dâd-ı kevnî) tecellî ettiğinin bilincinde (vâkıf) olmaktır.
11 Kandil
9 | Vukûf-i zamânî İçinde bulunulan hâlin ve zamânın bilincinde olmak anlamındadır. Sâlik, içinde bulunduğu hâlin şükrü mü yoksa tevbeyi mi gerektirdiğini bilmeli, kabz yani mânevî sıkıntı hâlinde istiğfâr, bast yani rahatlık ve neşe hâlinde ise şükretmelidir. Bu hâllere riâyet ederek gereğini yapmaya vukûf-i zamânî denir. Diğer bir ifâdeyle vukûf-i zamânî gönül muhâsebesidir, sâlikin zamanının nasıl geçtiğini düşünmesidir. Bazılarına göre vukûf-i zamânî sâlikin kelime-i tevhîd zikrini okurken Allah’ın huzûrunda olduğunu bilmesi ve dünyevî düşüncelerden sıyrılmasıdır.
11 Kandil
8 | Yâd dâşt Hatırında tutma, anma anlamına gelen bu terim, daha önce zikredilen üç terimin gâyesi olup Allah’ı hatırlama hâlinin dâimî olmasını ifâde eder. Buna müşâhede ve gaybetsiz huzûr da denir. Ubeydullah Ahrâr’a göre yâd dâşt, nigâh dâştın derinlemesine yapılmasıdır.
11 Kandil
7 | Nigâh dâşt Koruma, muhâfaza etme anlamındaki bu terim, kalbin dünyevî düşüncelerden korunmasını ifâde eder. Nefesi tutarak yapılan kelime-i tevhîd zikrinin gâyesi de aynıdır. Ubeydullah Ahrâr’a göre nigâh dâşt, ilâhî ente maksûdî, cümlesiyle Hakk’a dönen sâlikin bu dönüş ve yöneliş hâlini muhâfaza etmesidir. Bu terim bazı kaynaklarda nigeh dâşt şeklinde kaydedilmiş ise de mânâsı aynıdır.
Reklam
11 Kandil
6 | Bâz geşt Geri dönüş veya başka bir makâma dönüş anlamına gelen bu terim, nefesi tutarak kalp ile birkaç kez yapılan kelime-i tevhîd zikrinden sonra nefesi salarak dil ile ‚İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî/Allah’ım! Maksadım sensin ve isteğim senin rızandır.‛ cümlesini söylemeyi ifâde eder. Bu cümle sâyesinde kalbe gelebilecek olan iyi ve kötü tüm düşüncelerin (havâtır) silindiği söylenir. Kalbe gelen havâtır bu cümle ile geri döndüğü, ya da sûfî kalp ile kelime-i tevhîd zikrinden sesli ve farklı bir zikre döndüğü için yahut da sâlik bu cümle ile kalben Allah’a döndüğü için bâz geşt diye adlandırılmış olmalıdır. Yeni mürîdlerin bu cümleyi önceleri taklîdî olarak söyledikleri ve zamanla hakîkatına erdikleri ifâde edilir.
11 Kandil
5 | Yâd kerd Zikretme ve hatırlama anlamına gelen bu terim, mürîdin şeyhinden vird olarak aldığı zikri kalbi ya da dili ile icrâ etmesi demektir. Nakşbendiyye’nin ilk dönemlerinde dudakları kapatıp dili damağa yapıştırarak kelime-i tevhîdi kalbî yolla icrâ etme şeklindeki zikir genel kabul görmüştür. Zikirden maksad Allah’tan gâfil olmamak ve ona sevgi ile bağlanmaktır.
11 Kandil
4 | Halvet der encümen Toplum içinde yalnızlık anlamına gelen bu terim sûfînin bir köşeye çekilmeyip halk arasına karışmasını, ancak bedenen halk arasında iken kalben onlardan ayrı, yalnız ve Allah ile birlikte olmasını ifâde etmektedir. Görünüşte halk ile hakîkatte Hak ile el kârda gönül yârda (dest be kâr ve dil be yâr), beden pazarda kalp
11 Kandil
3 | Sefer der vatan Vatanda yolculuk anlamına gelen bu terime yüklenen mânâlar şunlardır: 1. Sâlikin kötü huylardan iyi huylara, beşerî sıfatlardan melekî sıfatlara doğru sefer etmesi ve ahlâkını değiştirmesi. 2. Mürîd olmak isteyen kişinin uygun bir şeyh bulmak gâyesiyle yolculuk etmesi ve farklı şehirlerde dolaşması. 3. Sûfînin vatanda yani halvet odasında zikir ve mücâhede ile meşgul olarak kalp gözünün açılması ve bu kalp gözüyle âlemi müşâhede etmesi, âlemin ilginçliklerinde bu göz ile yolculuk etmesi. 4. Sûfînin kalben dünyevî düşüncelerden ve mâsivâdan Allah’a doğru sefer etmesi.
11 Kandil
2 | Nazar ber kadem Zâhirî anlamı, sâlikin lüzumsuz şeyler görüp gönlünün dağılmaması için yürürken önüne (ayağına) bakması anlamında bir terimdir. Bu terimi, sûfînin yürürken gaflet içinde olmaması ve attığı adımları hayır yolunda atmak için bilinçli olması şeklinde yorumlayanlar da vardır. Ahmed Kâsânî nazar ber kademin bâtınî mânâsını şöyle açıklamıştır: 'Sûfî tasavvuf yolunda hangi makama ulaşmış ise kalben orayanazar etmeli, böylece gaybet değil huzûr ve sahv içinde olmalıdır ki buna fark ba‘de’l-cem' de derler.‛ İlk dönem sûfîlerinden Ebû Muhammed Murta‘iş (ö. 328/940), 'Sûfî, himmeti (nazarı, düşüncesi) ayağının yanında olan kişidir.' demiş, Hücvîrî de bu sözü sûfînin bedeni neredeyse kalbi ve düşüncesi de oradadır, bu kişi gaybeti olmayan bir huzûr ve cem‘u’l-cem makâmındadır, diye yorumlamıştır. Ahmed Kâsânî’nin bâtınî yorumu, Hücvîrî’nin yorumuna benzemektedir. Nazar ber kademin bir diğer mânâsı şudur: 'Sâlik nefs engellerini aşmada ve tasavvuf yolunda öyle hızlı ilerlemeli ki, gözünün ulaştığı son noktaya bir anda adımını atıp ulaşmalıdır.' Meykede-i Muhabbet adlı eserde bu terimin ‚Nazar ber kıdem‛ şeklinde okunup, ezelî (kadîm) olan Allah’ı düşünmek ve dünyânın fânî olduğunu bilmek diye yorumlanabileceği söylenmiştir. Bu terim bazı kaynaklarda ‚Nazar der kadem‛ şeklinde kaydedilmiş ise de mânâsı değişmez.Muhammed Murta‘iş (ö. 328/940),
466 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.