Aralarındaki mesafe gittikçe kısalıyordu ve birden yüzyüze geldiler! O zaman Seyde'sini tanıyamadı. Bu kadın o değildi. Başı açık, saçları ağarmış, kucağında yavrusuyla korkusuzca kendisine bakan bu kadın o değildi. Birden onu kendisinden fersah fersah uzaktaymış gibi gördü. Kederinin heybetiyle, erişilmez, ulaşılmaz bir yüceliğe kavuşmuştu. Onun karşısında kendisi ne kadar güçsüz, ne kadar acınacak bir haldeydi!
Ve İsmail, olduğu yerde sendeledi. Tüfeğini, onlara yaklaşan askerlere doğru firlatarak ellerini havaya kaldırdı...
Ne muhteşem bir son.Gücü ve acizliği altın bir vuruşla zihnimize ve hislerimize adeta çakmış yazar.Aytmatov'un okuduğum ilk kitabı.Boşuna Aytmatov olmamış dedirtti.
İsmail savaştan kaçan birisi.Gizli şekilde evine uğrayıp rezil bir şekilde doğada yaşayarak saklanıyor.Kitap boyunca hep şunu düşündüm:bu kadar rezilliğe gerek var mı?!
Diğer taraftan da acaba askerlikten/savaştan neden kaçtığıyla alakalı bağlantılar kurulabilir miydi?İsmail'i savaştan kaçıran ölüm korkusu muydu yoksa çok daha önemli,ölümden bile önemli olan başka bir şey mi?
Aytmatov'a sormak isterdim :)