Fakirlere bugüne kadar "Neren ağrıyor?" diye soran olmamıştı. Kimi zaman imkânsızlıklar sonucu hastalıklar trajedilere dönüşüyordu. Hayatın dışında bırakılmışlardı. Siz oligarşi mensupları neden bahsettiğimi iyi bilirsiniz.
"Ne kıymetli şeymiş konuşabilmek, sohbet edebilmek. Bir bardak çayla zamanı paylaşabilmek. Kaybetmeyince insan anlamıyormuş."
(S:20)
Boyun Devrilsin Murtaza
"Sanmak, ne çok yolun giriş iznidir. Sanmak ne çok oyununun yer biletidir. Sanarak başlar bütün hikâyeler. Sanarak biter koca ömürler. Sanmalar ve zanlar üzerine hazırlanır ömrün senaryoları...”"
Hepimizin hayatında zorlukları eksiklikleri ihıssttıği anlar çok olmuştur
Günlerin ne getireceği belli olmaz insana, akıcı dili olan bırakmadan okunuyor..
Tamda bunun üstüne yazılmış bır kıtabı okudum bu akşam önce adı dikkatimi çekti, kıtabın
Boyun Devrilsin Murtaza
bırıne gönülden Ah ediyor du.
"Boyun Devrilsin Murtaza, bir kadının dile getiremediği hislerine tercüman olan bir roman; yetememe, yetişememe, sıkışmışlık, yalnızlık, insanları mutlu edebilme çabası ve hayal kırıklığı ile dolu bir günce..
.""Yetemiyorum,yetişemiyorum
,beceremiyorum.( S:13)
"Okurken hem Vuslat’ın Murtaza’sına serzenişlerini derinden hissedecek, hem de bir karnaval misali, birbirinden orijinal Vuslat karakterleriyle kahkahalara doyacaksınız... Özlem Binel’in değerli kaleminden Vuslat’ın, Derviş’in, Yazar Hanım’ın, Hasret’in ve Muallime’nin sürükleyici iç yolculuğuna hazır mısınız?"
"Bugün neren ağrıyor kocacığım? Kolun mu? Belin mi? Gazın mı var yine, tüh tüh? Baş parmağın da ağrıyor olabilir. Bu koca ile kocanır mı?
(S:13)
Şimdi sana bir sofi hikâyesi anlatayım Mevlâna'm. "Ağır hastalanan bir sofi'yi dostları alıp hekime götürmüşler. Hekim sormuş "Anlat bakalım nedir şikâyetin?" Hekimin bu sorusunu duyan sofi irkilmiş. "Hiçbir şikâyetim yok benim" diye cevap vermiş. Şaşıran hekime sofinin yanındaki arkadaşları durumu açıklamışlar. "O sofidir. Şikâyet etmez. Şikâyetin nedir diye boşuna sorma. Ona neren ağrıyor, diye sor, ancak o şekilde cevap verir" demişler.
Bizse nelerden nelerden şikâyet ederiz. En ufak hoşumuza gitmeyen bir şeyden, acıdan, aşktan, hastalıktan, üzüntüden hatta bazen fazla sevgiden, fazla ilgiden.
‘Hmm’ sesi çıkardıktan sonra sordu. “Neren ağrıyor?”
Yutkunup gözlerimi bir anlığına kapadım. “Her yerim.”
Ivan sorarken hiç tereddüt etmedi. “Sarılmak ister misin? Bu daha önce hoşuna gitmişti.”
Başımla onayladım.
Ivan vücudunu döndürüp o uzun ve kaslı kollarını etrafıma doladı, beni yüzüm göğüs kaslarının arasındaki boşluğa gelecek şekilde kendine bastırırken sessizdi. Aniden iç çektim. Ellerinden bir tanesi omurgama yerleşip aşağı yukarı ovaladıktan sonra en yüksek noktada duraksayıp köprücük kemiklerimi teker teker ovaladı. Halka, halka, halka yaparak sanki kahrolası bir büyü gibi acıyı bir şekilde dindiriyordu.
“Bu iyi hissettirdi,” diye fısıldarken ona iyice yakınlaşmaya çalışıyordum.
Muayene odalarındaki hekimler bunu bilir. Birbiri ardına yirmi Avrupalı hasta gelir :"Buyurun, şöyle oturun Beyefendi... Neden gelmiştiniz?.. Rahatsızlığınız nedir?.." - Derken, bir zenci ya da bir Arap gelir :"Otur bakalım evlat...Neyin var?.. Neren ağrıyor?" - Tabii "Nen var oğlum?"
"Doktor hastaya 'Neren ağrıyor, nasıl düştün, gece uykuların nasıl'; polis suçluya 'O gece neredeydin, araba nerede?' gibi sorular sorar. Bu insanların bu soruları sorma nedeni cevaplara duyulan ihtiyaçtır. Ancak cevaplara ulaşırlarsa işlerini yapabilirler. Pekala yakın ilişkilerde sorulan soruların ne kadarı meraktan ne kadarı gerekli olduğundan soruluyor? Laf olsun diye mi yoksa meraktan mı? Eğer meraktansa yakın zamanda diğer insanlara rahatsızlık vermeye başlayabilirsiniz. Mesela:
-Akşam neredeydiniz?
-Meltemlerdeydik.
-Neden Meltemlere gittiniz ki?
-Can sıkıntısı
-Hani Meltem'i sevmiyordun...
Bu tarz sorular ilişkiye zarar vereceği gibi sorulan kişiye de huzursuzluk verebilir."
Şimdi sana bir sofi hikâyesi anlatayım Mevlâna’m. “Ağır hastalanan bir sofi’yi dostları alıp hekime götürmüşler. Hekim sormuş “Anlat bakalım nedir şikâyetin?” Hekimin bu sorusunu duyan sofi irkilmiş. “Hiçbir şikâyetim yok benim” diye cevap vermiş. Şaşıran hekime sofinin yanındaki arkadaşları durumu açıklamışlar. “O sofidir. Şikâyet etmez. Şikâyetin nedir diye boşuna sorma. Ona neren ağrıyor, diye sor, ancak o şekilde cevap verir” demişler.
Şimdi sana bir sofi hikâyesi anlatayım Mevlâna’m. “Ağır hastalanan bir sofi’yi dostları alıp hekime götürmüşler. Hekim sormuş “Anlat bakalım nedir şikâyetin?” Hekimin bu sorusunu duyan sofi irkilmiş. “Hiçbir şikâyetim yok benim” diye cevap vermiş. Şaşıran hekime sofinin yanındaki arkadaşları durumu açıklamışlar. “O sofidir. Şikâyet etmez. Şikâyetin nedir diye boşuna sorma. Ona neren ağrıyor, diye sor, ancak o şekilde cevap verir” demişler.
Ağır hastalanan bir sofi'yi dostları alıp hekime götürmüşler. Hekim sormuş "Anlat bakalım nedir şikayetin?" Hekimin bu sorusunu duyan sofi irkilmiş. "Hiç bir şikayetim yok benim" diye cevap vermiş. Şaşıran hekime sofinin yanındaki arkadaşları durumu açıklamışlar. " O sofidir. Şikayet etmez. Şikayetin nedir diye boşuna sorma. Ona neren ağrıyor, diye sor, ancak o şekilde cevap verir." demişler.
Bizse nelerden nelerden şikayet ederiz. En ufak hoşumuza gitmeyen bir şeyden, acıdan, aşktan, hastaliktan, üzüntüden hatta bazen fazla sevgiden, fazla ilgiden.