Gökyüzü öyle yıldızlı, öyle berraktı ki, onu gören sormadan edemezdi: Nasıl oluyor da böyle bir göğün altında türlü türlü suratsız, kaprisli insan yaşayabiliyor?
Düşünmemek ölümü,
Düşünmemek kötülüğü,
Düşünmemek deliliği...
Yeniden nefes alabilmek,
Yeniden umut edebilmek,
Ve yeniden yaşamın ellerinden tutmaya bir sebep bulabilmek...
Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti...
Tam şuramda
Bir kan pıhtısı
Ayrılınca oluyor
Kavuşunca oluyor
Hevesle gidiyorum
İkinci cümlede bir boğuntu
Utanarak kalkıyorum
Ruhumda soğumuş bir zaman
Etimde bir pişmanlık
Şimdisiz öncesiz sonrasız
Yaşamak desem değil
Ölmek desem değil
Bir Araf
Tam şuramda...
Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
Sesin fotoğrafı. Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarındaki karıncanın
Ruhtaki üşümenin...
Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı.
...
Yağmur seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bâhira'da süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.