Dili insanı oldukça etkileyen, sindire sindire okunması gereken ve yorumlaması en zor kitaplardan biri bence Rus edebiyatının şaheseri olan Karamazov Kardeşler. Her okurun, başkalarından farklı yorumlayabileceği bir metin aslında.
Bir baba ve üç oğlunun merkezinde yer aldığı öyküsünde, inanç, Tanrı, adalet, açgözlülük, aile olma, aşk kavramları
Kültürümüzde mevki ve servet mirası elbette belli bir rol oynar. Ne var ki gücü, saygınlığı ve serveti birey kendi çabalarıyla kazanmak zorundaysa, diğer bireylerle rekabetçi bir mücadeleye girmeye itilir. Rekabet, ekonomik merkezinden taşarak diğer bütün etkinliklere yayılır ve sevgiye, toplumsal ilişkilere ve oyuna sızar. Bu nedenle rekabet, kültürümüzde yaşayan herkes için bir sorundur ve bunun nevrotik çatışkıların şaşmaz bir merkezi olduğunu bulmak bizi pek şaşırtmaz.
Sağ ile sol, paylaşımdaki bir alan için rekabet eder ve her biri sorunlara farklı bükümler verse de, ikisi de aynı sorunlarla uğraşır. Bu toplumsal alanın üç cephesi, birey, tarih ve toplumdur. Sağ, politik programının merkezine, tecrit edilmiş bir birim olarak tasavvur ettiği bireyi yerleştirir. Bunun nasıl dallandığını Hollywood kahramanını incelerken görmüştük. Solun programı da bireyi hedef alır, ancak onu, piyasanın cangılında başkalarını alt eden hayatta kalmacı yalnız savaşçı olarak değil, ilişkisel bir kendilik ve kolektifin sorumlu bir parçası olarak algılar. Gelgelelim solun devletçi ve zoraki kolektivist önyargıları, solcu teorisyenleri (özellikle Althusser) bir politik kategori olarak bireyi (“özneyi”) mahkûm etmeye itmiştir. Bu duruş sinema eleştirisine, "imgesel” ego kimliğine ait “ideolojik” anlamı güçlendirmeye yönelik her türlü manevranın mahkûm edilmesi biçiminde yansımıştır. Biz bu görüşü paylaşmıyor ve genel anlamda solun öznelliği asli bir kaygı olarak bir kenara bırakmaması, buna karşılık bireyci ideolojiyi eleştirmesi gerekliğini savunuyoruz. Sinemada bu, bireysel izleme zevki veren, egoyu güçlendirici temsili sürekliliklere bağlı kalan ya da tekil kahramanlar kullanan her filmin mutlaka ideolojik olması gerekmediği anlamına gelir. Nitekim psikolojik araştırmalar, insanların korku, arzu ve hatta en nevrotik fantezilerinin bile ciddiye alınıp kabul gördüğü eşduyumsal bir atmosferde sağaltımcı değişim olasılığının bunların şiddetle reddedilmesine göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Aynı ilke hiç kuşkusuz sinema için de geçerlidir.
Bireyler arasındaki olası düşmanca gerilim, sürekli bir korkuya neden olabilir başkalarının kendisine düşmanlık duygularıyla misilleme yapacaklarından duyulan korku. Nor mal bireylerdeki bir diğer önemli korku da kaynağı, başarısızlık olasılığıdır. Başarısızlık korkusu mantıklı bir korkudur, çünkü genelde başarısız olma olasılığı başarılı olma olasılığından yüksektir ve rekabet içindeki bir toplumda başarısızlıklar büyük düş kırıklıklarına neden olurlar. Başarısızlıklar yalnızca ekonomik güvensizligi değil, saygınlığın yitirilmesi ve her tür duygusal düş kırıklığını da ifade ederler.
Başarısızlığın kendisinden daha çok korkutuğu şey, herhangi bir şekilde rekabet ettiğini; aslında başarı istediğini ve bunu elde etmek için çaba harcadığını gösterdikten sonraki bir başarızlıktır. Salt bir başarısızlığın affedilebileceğini, hatta düşmanlıktansa sempati uyandırabileceğini ama bir kez başarıya bizzat ilgi gösterince, herhangi bir zayıflık ya da başarısızlık işaretinde onu ezmek için sırada bekleyen zalim düşman sürüsüyle çevrileceğini hisseder.
Erkeğin, sevginin dışında her konudaki
üstünlüğüne duyulan kültürel inancımız nedeniyle, erkeğin tarafındaki
bu tür bir tutumun hayranlık örtüsüyle gizlendiğine
daha az rastlanır; bu tutum genellikle oldukça açık bir yoldan,
kadının uğraşlarının ve çalışmasının doğrudan doğruya sabote
edilmesinde kendini gösterir.
(bahsedilen tutum ilişki içindeki rekabet tutumudur)
karen horney'i ikinci sınıfta öğrenirken kadın bi kuramcı olması çok hoşuma gitmişti çünkü o güne kadar genel olarak kuramcıların çoğu erkekti ve karen horney dönemin şartları gereği baya bi zorluk yaşayan bi kadınmış ilk başlarda freudla benzer bi yolda ilerlerken bi süre sonra anlaşmazlıklar çıkıyor ve kendi kuramını oluşturuyor. hayatını okurken bu güçlü tavrından etkilenmiştim o yüzden kendisine karşı zaten sıcak bi hissim vardı, horney deyince aklımıza direkt nevrotiklik geliyor zaten kitapta da nevroz kavramını çeşitli etkenlerle açıklıyor. Hem nevrozların genel yapısından bahsediyor nasıl oluştuğunu anlatıyor hem de nevrotik insanların duygularını tanımlıyor. suçluluk, acı çekme, rekabet, güç ve cinsellik gibi birçok kavramla bağdaştırarak kendi kuramının oluşumunu ve nevrozla bağlantısından bahsediliyor. kitabı yavaş yavaş okumak gerekiyor çünkü bazen ağır olabilecek bölümleri de vardı dili çok ağır olmamasına rağmen yine de anlamanın zor olduğu cümleler de mevcuttu. ben kitabı severek okudum bildiğim şeyleri pekiştirdim bilmediğim şeyler öğrendim ve o dönemlerde insanlar bu kadar nevrotikse şu anki şartlar altında nasıl kafayı yemiyoruz diye uzun uzun düşündürüyor kitap. benim söyleyeceklerim bu kadar, iyi okumalar dilerim.