Yokluğun buz gibi soğuk
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
Köylülerin vücut sağlığı ve kalp huzurlarına daima gıpta ederiz. Şehirlere özgü çeşit çeşit dertler arasında bunalacak gibi sıkıldığımız zamanlarda hayalimizin geniş meydanında ne gelişmiş köyler oluşur; ne kadar sağlıklı, varlıklı köylüler resmigeçit yapar. Bunlara hasretle bakarak köy âlemine özlem duyarız.
Köylüler bizim gibi adi bir nezle, bir baş ağrısı,
bir mide bulantısıyla yatıp istirahat etmezler, edemezler. Çünkü yaşamak için çoluğuyla çocuğuyla beraber aralıksız çalışmaya mecbur olan bir köylü, tarlasını süreceği, harmanını savuracağı, çavdarını öğüteceği bir günde önemsiz bir hastalıkla işini bırakırsa dertten değil, açlıktan ölür.
Hasretle kucaklaşan iki kişi ne kadar zamanda bundan bıkardı bilmiyorlardı ama onlar bıkmadı. Halsiz düşesiye, açlık ve susuzluktan kendilerini kaybedesiye kadar sarıldılar. Bir ömre süren özlem ve bir ömür boyu hasretle…
Ondan, dağları delmesi değildi beklediğim. Sadece eskisi gibi sevsin beni istiyordum. Bir bebeği sever gibi koklaya koklaya, öpmeye kıyamaya kıyamaya sevsin istiyordum. Gözleri bana aşkla baksın mesela yeniden. Eve gelmeyi dört gözle beklesin. Hasretle özlem çeksin. Ben zaten dolunaya hasret denizler gibi çekiyordum o hasreti. Kavuşmayı ve yeniden yakamoza ermeyi.
Hasretle kucaklaşan iki kişi ne kadar zamanda bundan bıkardı bilmiyorlardı ama onlar bıkmadı. Hâlsiz düşesiye, açlık ve susuzluktan kendilerini kaybedesiye kadar sarıldılar. Bir ömre süren özlem ve bir ömür boyu hasretle...