İyi ile kötünün, melek ile şeytanın kadim savaşı. Başlangıç tarihini bilemediğimiz gibi biteceği tarihi de kestiremediğimiz büyük savaş. İyilik korkaklıktan mı ibarettir? Kötü olan insanlar sadece daha cesur olanlar mıdır? Yaptıklarının arkasında durabilenler ve kendisini gerçekten tanıyanlara mı kötü deriz? İnsan özünde kötü müdür? Bu cevapsız soruların kurcalandığı güzel bir Coelho eseri. Bu soruların cevabını ise "Her şey bir özdenetim sorunuydu. Ve insanın nasıl bir karar vereceği sorunu. Başka bir şey değil." diyerek veriyor. Ancak kitabın ve hayatın içinde de sıklıkla ortalığı karıştıran esas mesele hâlâ soru işaretleri altında ezilmekte. İyi nedir, kötü nedir?
Sözcük dağarcığı sınırlıydı, insanlara bakınca içinde uyanan değişik duyguları sözcüklere dökemediği çok oluyordu, yine de başkalarını "fark ediyor", duygularını tanıyordu.
Bir şey elde etmek istiyorsanız gözünüzü hiç kapamamalısınız, bütün dikkatinizi hedefinizde toplamalı ve ne istediğinizden emin olmalısınız. Kapalı gözlerle hiç kimse hedefine ulaşamaz.
Sevdiği bir yerde dünyaya gelmişti, orada da ölecekti, burası her zaman ona cömert davranmış olmasa da; daha ne isterdi ki? Sevip de karşılığında sevilmeyi beklerseniz boşa zaman harcamış olursunuz.
Ben, ülkesinin atasözlerine inanan yaşlı ve boş inançlı bir Arap'ım: 'Bir kere olan bir daha asla tekrarlamaz. Amma ve lakin iki kere olan mutlaka üçüncü defa da olacaktır.''
Seçtiğim -ya da daha doğrusu ormanın benim için seçtiği- yere yaklaşırken Yüce Ana'nın varlığını hissetmeye başladım. Bu varlık bende kendini içimden yükselen gizemli coşkuyla gösterir, içim içime sığmaz, kendimi tutamam, gözlerim yaşarır.