Herkesin aklında olan ama kimsenin açıkça sormaya cesaret edemediği bir soru vardı. Eğer imkânsız olur da Hz. Muhammet ölürse, onun yerini kim alacaktı? Lider kim olacaktı?
Peygamberden Sonra, Lesley Hazleton
Ehl-i Sünnet'in; ''Bizim İslamımız, baştan yani peygamberden sonra seçime dayalıdır; sizinki ise vesayete dayalıdır''. şeklinde yaptığı iftihar artık tarihi bir konudur.
Batı'da hiç kimse iki İslam mezhebini bağlayan şeyin, bölenden daha güçlü olduğunu ve Müslümanların çoğunun, Hz. Muhammed'in vaazlarında bahsettiği birlik idealini aziz tuttuğunu unutmamalıdır. Büyük güçlerle bile kırılamayacak kadar güçlü bir idealdir bu.
"Ne aşağılanmış bir adam gibi ona el uzatacak, ne de bir korkak gibi kaçacağım ondan. Ben Yezid adını kabul edemem. Onursuzluğu ve aşağılanmayı da asla kabul etmeyeceğim"
Hz. Muhammed, fakirler, yetimler, köleler gibi, herkesin Allah'ın gözünde eşit olduğunu söylüyordu. Ona göre, insanın doğduğu kabile, o kabile içindeki klan ve aile hiç önemli değildi. Hiçbir grup diğerleri üzerinde hak iddia edemezdi.
Susmayan beynim yüzünden sabah sabah aklıma rahmetli Hc. Abbas dedemle memleketimiz Kars'ta yaşadığımız bir anı geldi aklıma. Dedem genelde öyle şeyleri bilerek yaşatır ki bizzat öğreneyim diye bazen böyle şeyler yaşardık. Ben meseleyi anlayınca oda kendi bildiklerini de üzerine eklerdi. Yani dedemle yaşamak 7/24 müptezel gibi kitap okumak
Gelenekte eserler bir sebebe binaen yazılır. Camileri, medreseleri, tekke ve zaviyeleriyle ruhaniyetli bir şehir olan Bursa'da yaşayan ve eserini burada telif eden Süleyman Çelebi'nin, Mevlid-i Şerifi yazmasıyla alakalı Bursa Ulu Cami'de cereyan eden dikkate şayan hadise, kaynaklarda şu şekilde nakledilir:
1402'de Ankara