Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

nida

Uygarlık
Batılılaşma taraftarlarının ılımlı kanadı ise ılımlı İslamcılardan farklıydı. Onlar meselenin içeriğinden ziyade atmosferi ve vurgusu üzerinde farklılık gösteriyorlardı. Önde gelen sözcülerinden biri olan Celal Nuri [İleri] (1877-1939) demiştir ki, uygarlık teknik ve gerçek olmak üzere iki çeşittir. Batı dünyası teknik uygarlığın zirvesine ulaşmış, ancak gerçek uygarlığı asla başaramamış ve başaramayacaktır. Teknik uygarlık bir ülkeden diğerine nakledilebilir ve alınabilir; gerçek uygarlık ise alınamaz ve Osmanlı reformcuları işte bu ikisini karıştırarak büyük bir hata yapmıştır. Ödünç aldıkları şeyleri teknik meselelerle sınırlandırmak yerine batıyı aslında İslam'ın üstün olduğu bir alanda taklit etmeye çalışmışlardır.
Sayfa 318Kitabı okudu
Reklam
Namık Kemal
Namık Kemal Türkiye'de iki düşüncenin en önemli temsilcisi olarak tanınır: Hürriyet ve vatan. Kaleme aldığı uzun yazı dizileri, makaleler, romanlar, oyunlar ve şiirlerinde, Müslüman Türk okuruna Fransız Devrimi'nin bu iki karakteristik düşüncesini sunmuş ve bunu Müslüman geleneklerine ve davranış tarzına uyarlayarak yapabilmiştir. ... Avrupa'dan küçümseyen gözlerle bakanlara karşı İslamî değerleri ön plana çıkardı ve İslamiyet'in başarılarını savundu. Hatta Osmanlıların önderliğinde bir İslam birliği (Pan-İslam) fikrini ileri sürdü. Modern uygarlığın gereklerini kabul edip, uyarlanacak, Asya ve Afrika'ya yayılacak ve böylece Avrupa'nınkine karşı doğulu bir güç dengesi kurulmuş olacaktı.
Sayfa 195Kitabı okudu
İslamiyet'in doğuşundan Avrupalıların bölgeye gelişine kadar İslam dünyasının tam kalbinde bir imparatorluk kuran tek kâfir istilacı grup Moğollardı. Moğol savaş yöntemleri, Moğol kanunları ve âdetleri kadar Moğol giyim tarzı da, Mısır gibi ülkelerde bile bir süre için taklit edilip benimsendi. Üstelik Mısır, Moğol kılıcının ulaşamadığı bir bölgedeydi. Moğolların güç kaybetmelerinin ardından bu etkiler de azaldı ve sonunda tamamen kayboldu. Eskinin Müslüman âdetleri bir kez daha baş tacı edildi. Bu, Avrupa'nın güç ve itibarının III. Selim ve II. Mahmud üzerinde yarattığı etkinin şiddetini göstermektedir.
Sayfa 139Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sıklıkla olduğu gibi, tek adam yönetimine dayanan bir toplumda aykırı düşüncelerin ilk ortaya çıkışı önce reddediş ve şiddetli bir kötülemeyle bilinir. Olumlu tepkiler ise düzensiz ve ürkektir. Özellikle İslam toplumlarında bunlar kutsanmış bir geçmişe dönüşün geleneksel kılığını üstlenir. Yeni fikirlerin harekete geçişini gösteren kanıtlar belli belirsizdir, ama yine de vardır.
Sayfa 102Kitabı okudu
Osmanlı Türkleri ise kendilerini İslam'la özdeşleştirerek, muhtemelen bir başka Müslüman halktan çok daha büyük ölçüde kimliklerini İslamiyet'e yoğurmuşlardı. Şurası gerçekten ilginçtir ki, Türkiye'de Türk kelimesi neredeyse hiç kullanılmazken, Avrupa'da bu kelime Müslümanlıkla eşanlamlı hâle gelmişti ve Müslümanlığı seçmiş bir Batılı için -ister Fas'ta ister Isfahan'da olsun- "Türk oldu" ifadesinin kullanılması adettendi.
Reklam
Ben, için için ta ilk gençlik anılarımdan beri, için için, bir dramın bütün safhalarını yaşadım. Sanki, kendi kendimi seyreden, kendi için oynayan sessiz bir aktördüm. Bir tragedya aktörüydüm. Şimdi son perdeyi oynayacağım sırada birdenbire rolümü değiştirip bir başka adam mı olayım?
Sayfa 133 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
Görüyorum ki, fikir ve hayal aleminden henüz yere inmiş değilim. Oysa, ben İstanbul'dan çıkarken bütün ıstıraplarımın kaynağının kafamda olduğuna karar vermiştim. Ve onu orada bırakmak istemiştim. Burada, hiçbir şey düşünmeyecek, metafiziğe tamamıyla veda edecek ve bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım. Lakin işte görüyorum ki, bir çanak suda bir damla zeytinyağı gibiyim. Ne karışıyorum ne de dibe çöküyorum. Bize, bunun için toplumun kaynağı diyorlar galiba.
Öte yandan, aldığı hazzın böyle aksaması da gücenmeye yol açıyor ve zulmedilme duygularını güçlendiriyordu. Bu, daha önceki bölüm­lerde betimlediğim bir sürecin örneğidir: Gelişimin ilk aşamalarında, suçluluk, en çok da anneye ve analiste yönelen yıkıcı hasetle ilgili suçluluk, zulmedilme duygusuna dönüşmeye yatkındır.
Bebeklik döneminde yaşanan mutluluk ve kişiliği zenginleştiren iyi nesne sevgisi, bence haz duyma ve yüceltme yetilerinin asıl kaynağıdır ve etkileri yaşlılık döneminde de hissedilir. "Ömrünün başlangıcıyla sonu arasında anlaşma olan kişi mutludur," demişti Go­ethe. "Başlangıç", anneyle mutlu ilişkidir bence; bütün yaşam boyun­ca nefret ve kaygıyı bu ilişki hafifletir ve insana yaşlılığında bile destek ve tatmin duygusu verir. İyi nesneyi sağlam ve güvenli bir biçim­de kurabilmiş bir bebek, yetişkinlik döneminde kayıplara ve yoksun­luklara karşı telafiler geliştirebilir. Hasetli kişi bütün bunları kendisi­nin hiçbir zaman elde edemeyeceği şeyler olarak görecektir, çünkü tatmin olması imkansızdır. Böylece haseti daha da artar.
"zayıfben"
İlksel iyi nesneyi görece güvenli bir biçimde kurabilmiş olan kişi­ler, nesnenin kusurlarını görseler de ona duydukları sevgiyi sürdüre­bilirler; bunu yapamamış olanların aşk ve arkadaşlık ilişkilerindeyse sürekli bir idealleştirme ihtiyacı görülür. İdealleştirmeye dayanan iliş­ki çökmeye yatkındır; sevilen nesnenin yerine sık sık bir başkasını ge­çirme zorunluluğu doğar; çünkü hiçbiri beklentileri tam karşılayamı­yordur. Eskiden idealleştirilen kişi zulmedici bir figür olarak görül­meye başlanır (bu da idealleştirmenin temelde zulmedilme kaygısının karşılığı olduğunu ortaya koyar) ve öznenin hasetli ve eleştirici dü­şünceleri bu kişiye yansıtılır. Çok önemli bir nokta da şudur: Benzer süreçler kişinin iç dünyasında da işliyordur; çok tehlikeli nesnelerle dolmuştur iç dünya. Bütün bunlar kişinin dış ilişkilerinde bir denge­sizliğe yol açar. Daha önce ayrımsız özdeşleşme bağlamında söz etti­ğimiz zayıfbenin bir özelliği de budur.
Reklam
İnsanlarda, hasetin aslında en büyük günah olduğuna ilişkin bilinçdışı bir duygu vardır, çünkü haset yaşamın kaynağı olan iyi nesneyi kirletiyor, bozuyor ve yaralı­yordur. Chaucer da Vaizin Öyküsü'nde bunu söyler: "Haset, hiç kuş­kusuz en büyük günahtır; çünkü bütün öbür günahlar sadece bir erde­me karşı günah işler, oysa haset her türlü erdeme ve bütün iyiliklere karşıdır."
Analitik çalışmalarımdan çıkardığım bir sonuç da şu: Bebeğin karşı­lanmamış arzuları -tam anlamıyla karşılanmaları da zaten imkansız­dır- onun yüceltmelerinde ve yaratıcı çalışmalarında önemli bir et­kendir. Bebekte hiçbir çatışmanın olmaması -böyle bir hipotetik du­rumun gerçekleştiğini varsayarsak- onu kişiliğini geliştirme imkanın­dan ve benini güçlendirecek önemli bir kaynaktan da yoksun bıraka­caktır. Çünkü çatışma (ve çatışmanın üstesinden gelme ihtiyacı), ya­ratıcılığın en temel öğelerindendir.
Çok hasetli insanın tatmin edilmesi imkansızdır; hiçbir zaman tat­min olamaz, çünkü haseti kendi içinden kaynaklanmakta ve böylece her zaman yönelecek bir nesne bulmaktadır. Bu, kıskançlık, haset ve açgözlülük arasındaki yakınlığı da gösterir.
Chomis, "Önemli olan," dedi, "insanın, ben gerçekten yaşadım, diyebilmesi. Ben otuz altı yaşındayım, yaşamımda çok da eğlenceli günler olmadı doğrusu. İyi günüm oldu, kötü günüm oldu. Ama yaşadım. Beni kıyma gibi parça parça doğrayabilirler, ama benim yaşamış olmama engel olamazlar.".
Sayfa 394 - Can yayınlarıKitabı okudu
Savaş onu geçmişti, geçiyordu. Hayır, beni geçtiği için değil, burada olmadığı için. Savaş nerede? Her yanda: O her yerde aynı anda doğuyor, tren savaşa gömülüyor. Gomez savaşa iniyor uçakla, bu beyaz keten elbiseler giymiş, yazın tadını çıkarmak için deniz kıyısında dolaşanlar savaşta dolaşıyor, ona yaşam vermeyen, onu beslemeye tek kalp çarpıntısı yok, onun içinden gelip geçmediği, onun egemen olmadığı tek bilinç yok.
Sayfa 382 - Can yayınlarıKitabı okudu
49 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.