Kederin, hüznün, acının olmadığı bir yer düşün.
Öylesine ıssız ve renksiz topraklar gibi boylu boyunca uzanmış.
Mutluluğun tadı da ordan geliyor bir bakıma, acıdan.
Hayat kendisini ordör tabağında güzellemiş, müşterisine en fazla iki dakika çekici ve estetik görünebilir.
Sonrası garsonun bıkkın bakışlarıyla toplanır sofrası insanın.
Mutluluk yani, kısa olması, verdiği hazzın değerini düşürebilir mi?
İnsan dediğin, hayatının sonuna kadar Magnumdan çıkan son model arabasına sevinemez sonuçta, gerisi garsonun bıkkın bakışları...
Acıyı, hüznü, kederi sevmeli insan.
İyi ki can sıkıntısı denilen şey var mesela.
Ve ölüm tabi, geride bıraktıklarının damaklarında gri metal tadı.
Ve sonunda ihtiyarlık...
Tüm olup bitmişlik ardından küçük bir iç çekiş belki.
Kopuk kopuk cümleler birikmiş de hepsini tek seferde ciğerlerinden havaya bırakır gibi.
Sonrası yine ölüm tabi, ölünün iki dudağının kenarından sızan mutluluk.
Kısacık...
Çürüyene kadar etleri.