Ey gafil Said! Bil ki galat-ı his nevinden gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazar ile sabit telakki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi yalnız ondan korkuyorsun. Aklını başına al. Sen ve hususi dünyan, daimî zeval ve fena darbesine maruzsunuz. Senin bu galat-ı hissin ve mağlatan şu misale benzer ki: Bir adam, elinde olan âyinesini bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe o âyinede görünür. Edna bir hareket ve küçük bir tagayyür âyinenin başına gelse, o hayalî hane ve şehir ve bahçede herc ü merc ve karışıklık düşer. Hariçteki hakiki hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda vermez. Çünkü senin elindeki âyinedeki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizan iledir. Senin hayatın ve ömrün, âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. MADEM ÖYLEDİR; SEN,BU HAYATINA ve DÜNYANA, ÇEKEMEDİKLERİ ve KALDIRAMADIKLARI YÜKLERİ YÜKLETME!.. (Lem'alar 136.sh - Risale-i Nur)
Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said! Bil ki şu âlemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. ... Eğer aklın varsa uhrevî inkılabatında, berzahî etvarında ve dünyevî inkılabatının müsadematı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevalinden kederlenme. Sen kendi mahiyetine bak ki senin latîfelerin içinde öyle bir latîfe var ki ebedden ve ebedî zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, mâsivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise senin duygularının ve latîfelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm'in emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul! (Lem'alar 135.sh - Risale-i Nur)
Reklam
Hattâ ben, fakir ve muhtaç olduğum ve zâhid ve sofi ve riyazetçi olmadığım ve büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık haysiyetinden, şan ve şerefinden hissedar olmadığım halde, -tarihçe-i hayatımda yazıldığı gibi- küçükten beri halkların mallarını, hediyelerini kabul edemiyordum; ihtiyacımı izhara tenezzül edemiyordum.
Sayfa 200Kitabı okudu
Osmanlıca seferberliği başlasın..
Köklerimizle bağlantımızı sıkı tutmak için Osmanlıca öğrenelim, harflerimize,kavramlarımıza sahip çıkalım. Osmanlıca Risale-i Nur okuduğunuzda o bağı daha çok hissediyorsunuz.
Zamanın Bedii'ne göre her iki önerme de yanlıştır. Yirmi Altıncı Söz/Kader Risalesi'nde benzer bir misal verir Said Nursi. Birisi tüfekle birini vurmuş ve öldürmüştür. Soru şu- dur: Tüfek atmasaydı bu kişi ölecek midir ölmeyecek midir? Batıl mezheplerden Mutezile, "Atmasaydı ölmeyecekti," yorumunu getirir. Cebriye mezhebiyse, "Atmasaydı yine ölecekti," iddiasın- da bulunur. Said Nursi'yse Ehl-i Sünnet itikadınca şu yorumu yapar: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." Hikâyemize dönersek, kadın, nişanlısının annesine o gün, o saat, o cümleleri sarf etmeseydi, nişanlılık devam mı eder- di, yoksa başka bir nedenden dolayı bir şekilde bitmesi mu- kadder miydi sorusunun cevabı, "Bizce meçhul,"dür.
Sayfa 78
Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur.
Reklam
1.000 öğeden 231 ile 240 arasındakiler gösteriliyor.