Hayat, derbederlik ve tembellik için çok uzun; fakat hırsla, yağma ve haydutluk yapmaya değmeyecek kadar kısadır. Hayat duygularla çalışılacak ve resmedilecek bir kompozisyon, aynı zamanda mantıklı yazılacak bir rapor gibidir.
Çocuklarımızın bu koşullarda çok daha kötü yetişmediklerine şaşırmalıyız aslında. Büyüdüklerinde, etraflarında gördükleri her şeyi anlamaya başladıklarında ailelerinden gördükleri nelerdir? Sokaklar, kasabalar ve köylerin meydanları, avlu kenarları çöp yığınlarıyla dolduğunda herkes pisliğe öfkelenir. Fakat hiç kimse böyle yerlerin sağlık açısından korkunç olması, binlerce insanın bu yüzden hastalanması hatta ölmesi ihtimalini şaşırtıcı bulmaz.
Gençleri suçlamayın, kendinizi suçlayın. Siz onları nasıl yetiştirir, nasıl terbiye ederseniz öyle büyürler. Peki sizin verdiğiniz terbiye nedir? Hiç. Anneler mutfak, Alışveriş, temizlik, çamaşır gibi ev işleriyle meşgul. Babalar ise görevleriyle, ticaretle, kendi işleriyle. Gece geç saatlere kadar kafe ve kulüplerde oturup kağıt oynuyorlar. Çocuklarıyla hiç ilgilenmiyorlar. Hem zamanları yok, hem yoruluyor, hem de bıkıyorlar.
Çocuklarıyla konuşmuyorlar. Hayatlarıyla ilgilenmiyorlar.
Boş zamanlarında biraz sarılıyor, onlara şekerler, oyuncaklar veriyor, sonra da ‘Haydi gidip kendi kendinize oynayın,’ diyerek başlarından savıyorlar.
Başka bir ifadeyle, ‘Başımızdan çekilin. İstediğinizi yapın, sadece bizi rahatsız etmeyin,’ demiş oluyorlar.
Her işi zamanında yapmalı, eğlence zamanında eğlenmeli kuralını hatırlayın. Finlandiya’nın top kovalayacak insanlara ihtiyacı yok. Finlandiyalıların ekonomik, sosyal, zihinsel, ahlaki yaşamlarını yönlendirebilecek, güçlü önderlere ihtiyacı var.
Şehirlerde çoğu çocuk sırt sorunları yaşıyor. Bacakları incecik, kolları zayıf, yüzleri solgun. Havasız kalmış bitki gibiler. Onları şehir dışına çıkarın ki, koşup zıplasınlar, çimlerde oynasın, derin derin nefes alsınlar. Buna zorlamak gerek hatta.