Çukurca'da uyandığım ilk sabah, lojmanın büyük sayılmayacak penceresinden seyrettiğim kasaba; gençliğini yaşamamış gençliğine doyamadan saçları ağarıp erken yaşlanmış, yüzüne kederin yapıştığı, bütün bunları kanıksayıp kabullenenlere has teslimiyetin duygusuzluğu ve yalnızlığı ile içine çekilmiş: konuşmayan, bakmayan, kendisine bakanları fark etmeyecek kadar umursamazlık giyinmiş, yorgun ve yalnız bir insan gibi geldi bana. Biz ona en olmayacak, belki mucize içeren haberler getirmiş olsak bile duymayacak, şaşırmayacak, gülümsemeyecek; en ağır sözlerle, davranışlarla bile yaralanmayacak kadar acılar yaşamış bir insan...
Evler, sanki her şeye küsüp arkasını dönmüş gibi oturuyor ve yüzlerini kimseye göstermek istemiyorlardı. Küçük lojman- min hemen yanındaki eski lojmanın duvarlarındaki şarapnel, roket, mermi izleri kapatılmamıştı. Lojman bu haliyle çok kahır çekmiş, çok badireler atlatmış bir insanın yaralı yüzünü andırıyordu. Çatısız, toprak ve taşla yapılı evler, bugünden çok dünde yaşıyor; dış dünyaya kapalı, kapalı olmakla birlikte bütün sırrını tükettiğini fısıldayan bir hissizlik hali
yansıtıyordu. Penceremden görünen sacla kaplı tek ya da iki katlı yeni evlerde, yeni olmanın hafif şımarıklığı olsa da, onların da durgun çehreleri ve suskun halleri Çukurca ile uyumlu görünüyordu.