Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Karanlık ve amaçsız yaşam insanı Ötenazi Enstitüsü'ne çekiyor ve intihar herkesi ilgilendiren bir konu haline gelmiş. Nitekim abartmadan denilebilir ki, kimse doğal ölümle ölmüyor. Demek ki ne bilim, ne türlü inançlar ve ne felsefi varsayımlar insanoğlunun ruhsal acısını azaltabilmiş.
Sadık Hidayet
Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: Öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş...
Reklam
Sadık Hidayet: İran edebiyatının önde gelen kaleminden biriydi. Daha önce bir kez intihara teşebbüs eden Hidayet'in ölümünü arkadaşı şöyle anlatır;'Paris`te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, ve buldu. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu.'
"Demek istediğim; kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna?"
"Yeryüzünde bir kaçış umudu var. O da ölüm, ölüm! Fakat burada ölüm de yok. Bizler mahkumuz; duyuyor musun? Kör bir iradeye mahkumuz. Günlerce, aylarca, yıllarca bir köşede burada ölüm de yok. Bizler mahkumuz; duyuyor musun? Kör bir iradeye mahkumuz. Günlerce, aylarca, yıllarca bir köşede büzüşüp kaldığın, yazın uzun günlerinde, sonbaharın yağmurlu ve kasvetli günlerinde, dolu, güneş, kar, tipi altında kendi cesedinin parça parça çözüldüğünü, akbabaların senin cesedin için dolaştıklarını görürsen, o zaman hatırlarsın sözlerimi."
Yüreğimizden gelen doğal, yapmacıksız duyguları zorla bas­tırmadığımız sürece insanın içinde diğer canlıları öldürme ve canını yakmaktan nefret etme duygusunun var olacağı açıktır. Ve yine hiç kuşku yok ki, insanlar yedikleri hayvanları bizzat kesmek zorunda kalsalardı, çoğu et yemekten vazgeçerdi.
Reklam
Et yeme gereksinimi ya da lezzetinin her gün binlerce hayvanın öldürülmesine neden olduğunu biliyor musunuz acaba? Avlaklarda, balıkçılarda, tavukçularda her gün kurban edilmeye mahkum biçare ve sayısız hayvan ordusunu sayacak olursak, bu hassas varlıkların sayısı milyonları aşar. Bunlar her yıl insanoğlunun fasitleşmiş tat alma duygusu ve mide düşkünlüğü uğruna öldürülmektedirler.
Ben başka türlüsünü değil, ancak zehirlenmiş bir hayatı yaşayabilirdim.
Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi eritti.
Lakin tek korkum; yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan...
Reklam
Bazen bir şey düşünüyor, buna kendim de inanmıyordum. Bazen içimde kendime karşı bir acıma duygusu beliriyor, ama aklım ayıplıyordu beni. Birisiyle konuşsam, bir şey yapsam, türlü konularda söze karışsam gönlüm başka yerde oluyordu, aklım başka yerde, ve ayıplıyordum kendimi. Dağılan, çözülen bir kitleydim ben. Sanki hep böyleydim, böyle de kalacağım: acayip, biçimsiz bir karışım...
...önümdeki mangalın ateşinden, geriye bir üfleyişte uçup gidecek kül kalmıştı. Hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.