Toplumcu bakış açısıyla yazılmış olan bu kitap ufak ufak öykülerden oluşmakta ve geçmişle şuanki Türkiye arasında aslında pek de bir farkı olmadığını kanıtlar nitelikte. Bir nevi sanki öngörülerek yazıldığını hissettirip bir yandan da farklı bakış açısı sunuyor. Bunun örneği şu alıntıyla verilebilir:
“Ben söyliyeyim Mehmet Bey, bir çeşit vergi bu. Zengin fakir demeden bindiriyorlar. Hatta zenginin işine geliyor, malı mülkü pahalanıyor. Bu yıl milyonsa gelecek yıl üç milyon, beş milyon oluyor. Ama yoksulun da anası ağlıyor. Geçen gün birisi çok güzel benzetme yaptı, hani acemi yörük kızı hamur yoğuruyormuş. Suyu az gelmiş, tekneye su dökmüş, bu kez unu az gelmiş un koymuş. Sonra su, sonra un… Derken tekne dolmuş taşmış, hamur yayılmış yerlere… Böyle devlet mi yönetilir, dedi. Bütçe açık verdi, bindir gaza, benzine, bindir şekere çimentoya. Milletin gıkı çıkmıyor nasıl olsa. Sesini kestiler… Yükle babam yükle. Dış borçlar, iç borçlar, pahalılık… Peki ne yapılıyor bu paralarla? Ülke fabrikalarla mı doldu, millet işsizlikten mi kurtuldu? Herkes zengin oldu da alım gücü mü yükseldi? Yoo, hiçbiri olmadı. Küçük bir zümre alabildiğine zenginleşti. Milyarlarına milyarlar ekledi. Üç beş yol yaptılar, köprü kurdular. Onları da borçla morçla yabancılara yaptırdılar. Milletin büyük çoğunluğu gene yoksul. Günlük ekmeğin peşinde. Bunlar açık seçik konuşulup tartışılmadıkça böyle olur. Biz onun için demokrasi diyoruz. Ülkede gerçek bir demokrasi işlemedikçe haksızlıkların yanlışlıkların önüne geçilemez. Bunu insanlık deneye deneye öğrenmiş. Başka yolu yok.”