Koltuğuma yaslanmış, izleyebileceğim en guzel tiyatro sahnelerinden birine eşlik etmekten de pek mutlu kaldım.
80 sayfalık bu nacizane kitaba söylenecek çok sözüm var, çeviri yapabilecek kelimem de yok. Dramatik bir sahnede, yer yer gülümsemesi de ayri bir hoş. 'Kaleyimi alacaklar, gelsinler! Kıyamet mi kopacak" diyor çavuş. Öyle ya kıyamet mi kopar?
Kızını ve oğlunu aldığı bor görev sebebiyle göremeyen bir Albay'ın; oğlunun ölümünden sonra, kızını da kaybettiğini öğrenir. Ardindan kaleye bir çocuk denecek bir genç gelir, er'dir. Kimseye kadin olduğunu belli etmez. Islam Bey'i bir defa görmüş ve aşık olmuştur. Ardina düşer, İslam Bey, yaralanma sonucu Zekiye başında bekler (evet çocuk dediğimiz kadın aslında Zekiye dir, aşkının peşinden gitmiştir) Babası olan Albay Ahmet Sıtkı Bey'i de bu kale kuşatmasında sonradan tanır ( bir kac aylık iken babası evden ayrıldığı için babasını tanımaz)
Böyledir tiyatro sahnesinin tozu. Deriz ya hani"tozlu rafların kitapları..." bu sahne de ki hikaye de böyledir işte.
-Değerli Ustad Namık Kemal'i rahmetle, saygı ve minnetle anar, tuzlu göz yaşımı toprağa bir damla su ile yıkarım-
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim..