Günah keçisi ilan edilen insanların kurban edildiği dönemleri okuduktan sonra böyle zalimce yöntemleri aştığımızı sanabiliriz ama aşmadık sadece yöntemler değişti. Aslında hâlâ aynı ilkel varlıklarız.
Insan özünde anlam arayan bir yaratıktır. Hayatı anlamlandırma arzumuz, beslenme ve barınma ihtiyaçlarımız kadar güçlüdür. Temelde, hayatın büyük oranda açıklanamaz olduğunu kabul edemeyiz. Ve bu yüzden de mitleri, sanatı ve dini, gerçeği açıklamak ve onunla baş edebilmek için kullanırız. Onlar aracılığıyla, evrenin başımıza her an kötü şeylerin gelenem bileceği şiddet dolu ve anlamsız bir yer olduğuna dair korkunç fikirlerden kurtulmak için hikâyeler anlatırız.
Mülksüzler bir ütopya mı yoksa bir distopya mı? Felsefenin en önemli sorunları olan ahlaki özerklik ve ideal devlet düzeni problemleri üzerine düşündüren, varlık problemini Taoculuk üzerinden tanımlamasına rağmen ben de Oluş-Süreç Felsefesi izlenimi bırakan; Herakleitos'un "Aynı nehire iki kez girilir mi?" paradoksunu hatırlatan Shevek'in eş zamanlılık ve ardışık zaman teorisi kıyaslamaları Anarres'te yaşıyormuş hissini yarattı. Her ütopya aslında içinde bir de distopyasını var ediyor. Devletin doğal bir şekilde var olmayacağını savunan; devleti,otoriteyi kuralları yok sayan Anarşizm ya da Odoculuk otoritenin varlığını perde arkasına gizliyor.
MülksüzlerUrsula K. Le Guin · Metis Yayınları · 202112,4bin okunma
Tıpkı bunun gibi bir gezegen olduğunu, yalnızca daha iyi bir iklimi ve daha kötü insanları olduğunu, hepsinin mülkiyetçi olduğunu, savaştıklarını, yasalar koyduklarını, başkaları açlıktan ölürken yediklerini, yine de buradaki insanlar gibi yaşlandıklarını, şanslarının kötüye gittiğini, dizlerinde romatizma olduğunu, ayaklarında nasırlar çıktığını... bütün bunları bildiğimiz halde, yine de hâlâ nasıl bu kadar mutlu görünüyor; sanki oradaki yaşam çok mutlu olabilirmiş gibi? O parlaklığa bakıp ora- da yağlı kolları ve Sabul gibi körelmiş bir beyni olan korkunç, küçük bir adamın yaşadığını düşünemem ki, yapamam..."