Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burda biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiceği gibi usulca söner
Uyku ve unutanlık gittikce derinleşir
Çok hızlı gitmeye çalışmayın lütfen, gidemezsiniz
Sonsuz hızda giderseniz hiç gitmemiş olursunuz, limitin kanunu bu
Anlayacağınız insan ölmez, dönüşür
Formül de şu: Bilginin tanım kümesi inançtır + Bilen susar.
Bana ne bunlardan diyebilirsiniz
Hatta küfür öğretmişse toplumunuz, küfür de edebilirsiniz
Hakkınızdır tavrınız
Hoş görün lütfen, sanki aklım başımda mı?
Bunu ispatlayabilirim:
İşte size bazı kelimeler sunuyorum
Evrendeki iki ana damarın uysalına ait
Yakinen bildiğiniz
Enerji rengi aynı olan kelimeler
Ev, ova, şehir, göz, gönül, barış, cennet!
Meşhur Fransız devrimi ve bu devrimin çarkları dönerken ezilenlerle devrimi gerçekleştirmekte hakkı olduğunu savunanların hikayesi diyebiliriz. Ayrıca hikayeye konu olan iki şehir Londra ve Paris olmasından dolayı kitabın ismi bu şekilde koyulmuş.
Kitabın girişi enfes… Bunu kitabı okumayanlar bile biliyordur artık sanırım. Bunun haricinde beğendiğim kısımlar olsa da ben konuya pek giremedim ve ısınamadım açıkçası. Hatta bazı kısımlarının havada kaldığını hissettiğim anlar oldu. Ancak hikayesi ve genel hatlarıyla ortalama üstü bir değerde olduğunu düşünüyorum. Bir kitapseverin okumuş olduğu kitaplar arasına da girmesi gerektiğini düşündüğüm kitaplardan biri olduğunu belirtebilirim.
Denilebilir ki, bir kültürü yorumlamak, ruhun mekâna, belki de kendisine geri dönüşünde yardımcı olsun diye bıraktığı iz-taşlarını geriye doğru takip etmektir.
Bu iz-taşlarının en değerlileri ise şehirlerdir.
Mekân, üzerinden geçildikten sonra izlerimizin dezenfekte edildiği bir tuval değil, ruhlarımızın parçalarını kırıntılar halinde ektikleri bir labirenttir.
Tabiatın yok edilmeden disipline edildiği, insanın hizmetine sunulmuş, yaşayanın ondan yararlanmasının yanında zevk almasının da sağlandığı kanlı canlı ortamlar olmuştur tarihleri boyunca İslâm şehirleri.
İnsan tabiatın içinde olacak, ama ona râm olmayacak. Bu nasıl mümkün olabilir? Insan hem tabiata kendi damgasını vuracak, hem de bu damga tabiatı bozmayıp onunla hemâhenk yaşamasına izin verecek.
İnsan sadece bedenî ve dünyevî ihtiyaçları için değil, âhiret hayatındaki mutluluğu kazanmak için de bir topluluk içerisinde bulunmak mecburiyetindedir.
"Ruhumuzun anlama seviyesini geleneksel şehirlerimizdeki bilgeliğin seviyesine yükseltebilirsek, alabileceğimiz sırların derinliği bizi yeni bir akılla donatabilir."
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
Cahit KÜLEBİ
Şehir bütün ışıklar altında ve dört mevsim görülen bir şeydir. Her an gözün görebileceğinden, kulağın işitebileceğinden daha fazla şey vardır etrafımızda; keşfedilmeyi beklerler...