Ve boşalmanın, seks ne kadar uzun sürerse o kadar zevkli olduğunu düşünerek, hayat ne kadar sürerse ölümün de o kadar muhteşem olacağına inandım. Ve elimden geldiğince hayatla sevişmemi uzatmaya çalışıyorum. Tek kurtuluşum bu.
Hiçbir Mezopotamya uygarlığı fuhuşu damgalamamış ve kısıtlamamıştır.
MÖ 1750’de Hammurabi döneminde,
Babil şehrinin tapınaklarında ve
caddelerinde çok yoğun ticaret
(hem erkek hem de kadın ticareti)
yapılıyordu.
Erkek eli değmemiş bir kadınla evlenmek, neden bu kadar önemliydi?
Erkeklerin, çocuklarının gerçekten kendilerine ait olduklarından emin
olmak istedikleri için zinanın yasaklanmış olmasını anlamak kolay olsa da
cinsel deneyim yaşamamış bir kadınla evlenmek konusunda benzeri bir
gerekçe söz konusu değildir. Eğer bir kadın, evliliğinin üzerinden dokuz ay
geçmeden bir çocuk doğurursa, kocasının çocuğu sahiplenmeme hakkı
vardı. Fakat antik hukuk bu yönde işlemiyor, kadınların ve kızların cinsel
olanaklarını engelleyerek kuralları ihlal edenleri cezalandırıyordu.
"Kadının gelişimi, bağımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir. İlk olarak kendisini bir seks objesi değil, bir kişilik olarak ortaya koymalıdır. İkincisi, hayatını basit fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymalı, istemediği sürece çocuk yapmamalı, tanrının, devletin, kocasının, ailesinin bir kulu olmaya karşı çıkmalıdır. Bu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek olur."
Milattan önce yaklaşık dokuz bin dolaylarına (Homosapiens’in veya modern insanın ortaya çıkışından kabaca yüz seksen beş bin yıl sonra)
kadar cinsel ilişkiyle hamilelik arasındaki bağlantı tespit edilememişti.
Muhtemelen seks ve doğum arasındaki uzun süre yüzünden insanlar aradaki
bağlantıyı kuramıyor ve her halükarda kadınlar kısa yetişkinlik
yaşamlarının çoğunu hamile olarak ya da çocuk emzirerek geçiriyorlardı.
Çocuklar anne rahminde birden ortaya çıkıyor gibiydi. Daha da anlaşılmaz ve belki de ürkütücü olanı, kadının bedeninden düzenli aralıklarla akan
kandı. Kan bizzat hayattı, kaybedilmesi tehlikeli olan büyülü bir şeydi; ne
var ki, kadınlar yara bere olmadığı halde günlerce oluk oluk kanıyordu ve
hiç kimse bunun nedenini bilmiyordu. Tek bir husus aşikardı ki, âdet kanı
sadece kadından ve kadında da insan yaşamının başladığı yerden geliyordu.
Aziz Augustinus’a göre cinsel organların ısrarlı talepleri, Adem ve Havva’nın
günahlarından ötürü Tanrı’nın insanlık üzerindeki lanetiydi; her seks eylemi
ve düşüncesi, ilk erkekle kadının hatalarının yeni bir cezasıydı. Aynı
konuya farklı bir açıdan bakan Platon da insanların sekse duyduğu yoğun
arzuyu kabul edip Yasalar’da şöyle der:
“Seks en azgın delilikle insan
ruhunu etkiler; döl vermeye duyulan şehevi istek, azami şiddetiyle insanın
içini yakar.”
Platon’a göre seks dürtüsü, insanın parçalanmış doğasını
bütünlemek için giriştiği çılgınca bir bilinçaltı çabadır.