doğru dürüst gözümü kırpmamıştım. Sabaha doğru tam dalar gibi olmuş ama sonra korkunç bir kâbus görerek uyanmıştım. Rüyamda Selanik yanıyordu, evet, doğduğumuz, büyüdüğümüz şehir gözlerimin önünde, insanları, kuşları, ağaçları, evleriyle birlikte cayır cayır yanıyordu. Elimde ahşap bir kovayla denize koşturuyordum. Evet, yangını söndürmek için. Saçmalık. Ama rüya işte. Ne var ki, ben koştukça deniz çekiliyordu. Evet, o eski Deniz Tanrısı Poseidon mavi bir balık ağıymış gibi sürükleyip götürüyordu suları. Koca Selanik Körfezi derin bir uçuruma dönüşmüştü bir anda. Batık gemilerin yosun tutmuş tahtaları, sıra sıra balık ölüleri, şarap şişeleri, zeytinyağı küpleri, hatta insan iskeletleri ama tek damla su yoktu. Kurumuş bir denizle, yanmakta olan bir şehir arasında öylece kalakalmıştım. Bir sıcaklık hissettim o anda, başımı çevirince yanan şehrin ayaklanıp üzerime yürüdüğünü gördüm. Alev almış evler, arabalar, ağaçlar, kuşlar, hatta yarısı yanmış insanlar, hepsi, hep birden üzerime geliyorlardı. Hem de her yandan, hem de hızla... Alevler bedenime değerken, çığlık atarak uyandım.