"Tanrım, Sen benim amacım ve varacağım, bütünleşeceğim varlıksın; ben Senin dününüm, Sen de benim yarınımsın. Ben senin topraktaki kökünüm, Sen benim gökteki çiçeğimsin ve Biz, birlikte, güneşin önünde büyürüz."
Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki bir şeye de egemen olurlar.
Başkalarının kelimeleri kulaklarımızın hataları, aklımızın denizlerinde olan kazalardır. Ne kadar da güveniriz başkalarının kelimelerine yakıştırdığımız anlama!
Ey farklı-kadın, hiç düşündün mü senin bana, benim sana nasıl görünmez olduğumuzu? Hiç düşündün mü ne kadar cahiliyiz birbirimizin? Birbirimizi görmeden görüyoruz birbirimizi. Birbirimizi duyuyor ve sadece kendi içimizdeki sese kulak veriyoruz.
Birini koşulsuz, her şeyiyle kabullenmek iyi bir şeydi.
İdiasızca hayatımıza giren ve büyük laflar etmeden uzun zaman orada kalmayı becerebilenler, zaman içinde kalbimizin ve ruhumuzun en manzaralı dairelerine yerleşiveriyordu demek.
Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım
Sana bir sevinçlik menevişli kuş yolladım
Son kaşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın
Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım
...
Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Mekânlar benim için önemliydi. Herkesin kendi kalesini koruması gerektiğine bütün kalbimle inandım. Ne başkalarının alanına kokumu bıraktım ne de benimkine bırakılmasına müsaade ettim. Herkesle ilişkimi ilişkinin ait olduğu yerde yaşıyor, pek çoklarının bayıldığı gibi başka alanlara taşırmaya çabalamiyordum.
...
Kimse benim için tümüyle içine kapanık ya da insan düşmanı diyemezdi. Sadece ilişkileri yeni boyutlara, geniş alanlara taşımıyordum, o kadar.
Yalnızlığa çok alışkındım. Tek başına yapmayı sevdiğim, hatta birileriyle birlikte yapmaya, diğer bir deyişle paylaşmaya katlanamayacağım bir yığın şey vardı.
Birini sevmek büyük yüktü. Bense hep ağırlıklarımı atarak yürümüştüm. Birini sevmenin yükünü, hele hele başka bir dünyadan birini sevmenin yükünü taşımayı bilmiyordum.
Yokluğun birilerinin varlığına tesir etmesi gerekir. Etmiyorsa, kimse için önemli olmamışsın, kimsenin hayatında boşluğu hissedilecek bir yer dolduramamışsın demektir bu.
Kim sırdaşlarını sever ki? Sırrın emanetçisi gönülsüz bir hamal, kör bir kurşun gibi sokaklarda dolanırken, kim anlık bir patlamadan ya da zaruretten dolayı sırlarını verdiği birini sevmeye devam edebilir ki? Sır verenlerin aklına şaşarım.