Bu şehre akşamlar çöker
Saati yoktur seni bekler
Gözlerin kaybolunca benden
Zamansız bu şehre akşamlar çöker
Bu şehri hasret sarar
Mekanı yoktur seni arar
Sen de gidince benden
Mekansız bu şehri özlem sarar
Bu şehirde bir adam ölür
Eşgali yoktur, izi yoktur
Umutları da çekip gidince sen gibi
Kimsesiz, bu şehirde bir adam ölür
Bu şehir mahpushane olur
Senin gözlerinde tutsak
Bu şehir mezar olur
Senin kalbinde bir ölü,
Ve bu şehir sensizliğin başkenti Senin için yaşarken....
Siz Şahin kuşunu bilir misiniz? Koyu boz rengi uzun kanatları, kırçıllı beyazlı tüyleri, açık sarı kısık gözleri gözlerinin içinde siyah gözbebekleri vardır. İki kanadını açıp ayaklarını ağır ağır atarak efeler gibi yürür. Göklerde süzülür, dünyayı, olan biten yükseklerden seyreder, bir yandan da avını arar. Tavşanları, kuşları gözler… Avını
Bugün babamın mezarına gidince gitmeye yakın ona söz verdim. Bir gün yüksek lisansımı tamamlayıp, doktoramı da yapıp seni gururlandıracağım. Evleneceğim adamla gelip mutluluğumu seninle paylaşacağım. Ve bir gün oğlum olursa senin adını vereceğime dair söz veriyorum. Tıpkı sen annenin adını bana verip de acını unuttuğun gibi. Bu söz için yaşayacağım. Ne zaman dibe çökersem bu sözü aklıma getirip yeniden ayağa kalkacağım.
Nikâh için bize gelindiğinde, çifte düğün tarihini sorduk;
"Daha bir yıl var." dediler.
"Peki! Nikâh niye bu kadar erken yapılıyor?"
Cevap şöyle: "Ben nişanlımın evine gidiyorum, bazen geziyoruz; günaha girmeyelim diye."
Dedim: "Bu nikâhtan sonra, nişanlının evine gidince ayrı odalarda mı yatacaksınız?”
"Tabi ki" dedi.
"Neden? O senin eşin değil mi?"
"Ama hâlen nişanlıyız." diye cevap verince:
"Bu nikâh nişan nikâhı mıydı?"
"Hayır!"
"O zaman sen rahat gezelim diye nikâh kıyıyorsun. Şeriatımızda rahat gezin diye bir nikâh yok!.."