-Oğlum! Ölüm, tarif edilemeyecek özelliklere sahiptir. Fakat ben yine de ondan birazını sana anlatacağım: Şu anda boynumu, Radva Dağı'nın altında hissediyorum ve sanki içimi çöl dikenleri yırtıyor ve sanki şimdi vücudumu bir iğne deliğinden geçiriyorlar!
Şayet bu günün Müslümanı, mazisini hayalleştirip, onu yaşanamaz, ütopik bir tarih hatırası sayıyorsa; o zaman imânında bazı eksiklikleri, en azından bilgisizlikten kaynaklanan basiretsizliğini ve dünya ideolojileri karşısında içine düşmüş olduğu bunalımdan çıkış yolunu gösteren tek ışık olarak, selefe küfretmeyi, onu inkâr etmeyi görüyor, bu şahsiyetsizlik psikozunun verdiği ruh hâletiyle kendini dahi inkâr edebiliyorsa; artık o gözünün içine baka baka, Filistinli kardeşinin kolunu kıran Yahudi faşistlerinin karşısında nasıl bir tavır takınacağını bilemeyeceği gibi, Halepçe'ye attığı kimyasal bombalarla on binlerce masum Müslüman'ın ölümüne sebebiyet veren Arap faşisti Saddam'a karşı da -hiç olmazsa- nasıl beddua edebileceğini idrak edemez!
Ve neyi arzularsanız onu bulacaksınız. Çirkini arayanlar çirkinliği, güzeli arayanlar güzelliği. -ve lakin katıksız güzeli bulmak, ancak ermişlere mahsustur.- Orada uzayda hepiniz vicdanınızdaki muhasebenin karşılığını, iz yansımasını bulacaksınız. Tıpkı Tarkovsky'nin Solaris'te dediği gibi.
Halen duygusal dünyam, benliğim en az kırk ayrı parçaya ayrılmış durumda. Ama en ortada, tepede, håla düşünmeye, sorgulamaya, denetlemeye; kendine, çevreye, hayata anlam vermeye çalışan bir düşünsel merkez var.
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin , niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin