Kendi sözlerini söylemleştirmiş olanlara ancak söylemleşmiş, dolayımlanmış (medyalaşmış) başka sözler ulaşabilir; gürültüyü ve görüntüyü kullanan başka sözler...
Doğallık, çeşitlilik, başkalık, hisler, korkular, acılar ve sapmalar, steril (mikropsuz, kısır) bir hayat adına yok edilirken, aslında hayatın -ve ölümün- kendisidir yok edilen, insan doğasız ve insansız kılınır.
Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmaması için Auschwitch'ten bu yana bunca emare birikmişken hâlâ felsefe yapıyor, şiir yazıyor olmak bir yana, yaşıyor olmak bile bir karabasan gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa ve hâlâ yaşıyorsak; direndiğimiz her yerde iktidarların kadir-i mutlaklığını dengelediğimizi, geri çekildiğimiz her yerde oyunu iktidarlara terk ettiğimizi fark ediyorsak; çıkışsız, ümitsiz, kısır döngüler içinde, giderek daha kötüye gidişi her an hissederek hâlâ yaşıyorsak; intihar etmiyor ve yaşıyorsak; hayatlarımızı iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi estetik, etik kategorilerle değil, kötünün kötüsü, yanlışın yanlışı gibi "alt" kategorilerle ifade ediyorsak; ve yaşadıklarımız ancak bir öfke yığını olarak içimizde birikirken, üstüne üstlük ayakta kalmamızı sevgilerimizden çok öfkelerimize borçlu olduğumuzu da fark ediyorsak... belki de tüm bu farkındalığımızdır yıkıcılığımıza etik ve estetik bir değer katabilen.
Yaşamak, köleliktir; zamanın ve mekânın kuşatmasını veri almaktır, özgürlüksüzlüğün kabulüdür. İnsan, doğmuş olmanın azabını, hayatın köleliğini kabul ile tanrılaşma isteği arasında gidip gelerek teskin etmeye çalışır.
Bu dünyadan ve dünyadaki varlıktan memnun olmamak; üstinsanı, insanın sahici ya da yabancılaşmamış halini, olmayan insanı aramak; teorilerle, pratiklerle, varlığı -ideal varlığı- yarına, gelecege taşımak; geleceği, geleceğin geleceğini tahayyül etmek; ama tüm bunları, şimdiki zamanda, bu dünyada, mevcut halle yaşamak; zaman akarken, gündelik hayatın içinde, varlığın (varlıkların) asgari ve azami ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, kendinin (başkalarının) cennetinde ve cehenneminde, kendiyle (başkalarıyla) kaçınılmaz olarak birlikte, ilişkiler kurarak ve ilişkilerden kaçarak, o geleceğin gel(e)meyeceğini tahayyül etmek...
"Her büyük servetin arkasında bir suç gizlidir" diyen Balzac'tan, "mülkiyet hırsızlıktır" diyen Proudhon'a; eşitsizliğin kaynağını, etrafını çevirdiği toprakları kendinin kabul ederek, eline aldığı sopayla burayı koruyan ilk insanda gören Rousseau'dan, "banka soymak değil, banka kurmak suçtur" diyen Bakunin'e... toplum tarihi, paranın ve sopanın iktidarının -iktisadın ve politikanın- yegâne temeli olarak suçun tarihidir.
Gizli tutarak sevdim ahımı hicranımı.
Yıllar yılı gönlümü hayaliyle avutarak sevdim.
Her şarkıda hatırlayarak sevdim.
Çocuklar gibi bağlanarak sevdim.
Hasretini ateş yutar gibi içime çekerek sevdim.
Ümitlerimi rakıma meze yaparak sevdim.
Cama vuran her damlada hatırlayarak sevdim.
Anılarla yaşayarak sevdim.
Hayatıma küse küse sevdim.
Tutunduğum
"Terapideki dönüştürücü güç entellektüel içgörü değildir, yorum değildir, duygusal boşalma da değildir; asıl dönüştürücü olan, iki insan arasında kurulan derinlikli ve otantik ilişkidir."
“Her ne kadar ben ölümü yaşam dediğimiz pikniğin uzağında patlayan bir gök gürültüsü gibi görsem de,ölümlülükle içtenlikle yüzleşmenin yaşam biçimimizi değiştirebileceğine inanıyorum.”
“Kralı çıplak gördüm, yüksek makamlardaki nice insanın sırlarını dinledim ve biliyorum ki kimse ümitsizlikten de, Tanrı’nın kucağına hasretten de muaf değil.”