Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

sinem

Yerdeniz'e dönecek olursak: Bu ideoloji karşıtı, pragmatik teknik, insanlar için olduğu kadar mekanlar için de geçerlidir. Ben Yerdeniz'i önceden niyet edip icat etmedim. Kendi kendime "Hey, bak, ada bir arketiptir, takımada süper bir arketiptir, öyleyse haydi bir takımada yapalım!" demedim. Ben mühendis değil kaşifim. Yerdeniz’i keşfettim.
Reklam
İletişim karmaşık bir sorundur ve benim gibi bazı içe dönük kişiler bu sorunu tuhaf, tamamen tatminkâr olmayan ama ilginç bir yolla çözmüşlerdir: Biz (birkaçı hariç tüm insanlarla) yazarak iletişim kurarız, ama dolaylı bir yoldan. Sanki sağır ve dilsizmişiz gibi. Ve yalnızca yazıyla değil, dolaylı olarak da. Hayali durumlardaki hayali insanlar hakkında öyküler yazarız. Sonra bunları yayımlarız (çünkü bu öyküler kendi tuhaf üsluplarıyla birer iletişim eyle-midir, başkalarına hitab ederler). Sonra insanlar bunları okurlar ve telefonu açıp derler ki: Ama sen de kimsin? Bana kendini anlat! Biz de deriz ki: Anlattım ya işte. Hepsi orada, kitabın içinde. Önemli olan her şey orada. Peki ama sen onları uydurmuştun hani! Evet, ama nereden?
Kulağımdaki vücudu olmayan bir sese Jung'un içe dönük/dışa dönül yelpazesinin yalnızca insanlar değil yazarlar için de geçerli olduğunu anlatamıyorum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Everest (1977)
Ne sürer dağa tırmanmak? Kırk yıl. Esmerdir yerli klavuzlar ufak tefek, yürekli, kaypak. Rüşvet almazlar. Kuzey yüzünü mü
Rüyalarını hatırlamayanlar, ejderhalara da inanmazlar. Elflere, ve cinlere, peri kızlarına ve büyücülere de inanmazlar. Çünkü hem ejderhalara hem de M16'lara ve karadan karaya balistik füzelere aynı anda inanmak imkânsızdır. Gondor savaşını borsa savaşlarına, ejderhaları Cruise füzelerine, Aragorn'u Bill Clinton'a, Ged'i de Milton Friedman'a feda edenler, bir tek gerçek, bir tek tarih tanırlar. Başka bir gerçekliği tanımaya çaba göstermedikleri için de bu gerçekliğin içine kısılıp kalmışlardır. Aralarından birkaç tanesi Cruise füzelerinin ateşleme düğmesine basabilme hakkını kazanır. Milyonlarcası ise kendilerinin de bu hakkı kazanabilecekleri umuduyla, o günü bekleyerek, Cruise füzelerinin hedefinde yaşar. Ejderhalar füzelere benzemez. Onların bir dilleri ve iradeleri vardır. Her birinin bir ismi vardır ve siz o ismi öğrendiğinizde onlara hükmedebilir, en azından iyi geçinebilirsiniz. Füzelerin ise ismi yoktur. Borsadaki birkaç yüz puanlık bir oynama yüzünden bir gün gelip hiç habersiz sizi vurabilirler.
Reklam
Yüzüklerin Efendisi'nde tüm bilgeliği ve büyü gücüyle kadir-i mutlak bir figür olan Gandalf'ın asla kazana­mayacak olduğu zaferi küçük, çelimsiz hobbit Frodo'nun ve kötü, bi­çimsiz Gollum'un gönülsüz bir işbirliği içinde kazanmaları, ancak rü­yalarda olabilecek bir şeydir. Le Guin bizi rüyanın gücünü ve gerçekliğini kabullenmeye, onu "gerçekçiliğin" ve akılcılığın terimleriyle açıklamaya çalışmamaya çağırır. Çünkü kolay yoldan yapılan böyle bir açıklama her şeyi yerli yerme oturtacak, dünyayı (gerçekte sahip olmadığı) bir düzen görüntüsüne sokacaktır. O zaman tüm bu düzen yanılsamasına rağmen bir türlü mutlu olmadığımızda, elimizde akıldışına, nevroza kaçmaktan başka çare kalmaz. Oysa rüyalar, düzensizliğin çok veçheli anlamlarına yaklaştırırlar bizi; altüst ederler. Frodo/Gollum ortaklığı ancak bir rüyada muzaffer olabilir. Her birimiz birer Frodo/Gollum olduğumuza göre, biz de ancak hayatımızı bir rüyaymış gibi yaşadığımızda kazanabiliriz. Gerçekçi bir dünyada ise iktidarı reddeden Gandalf yenilecek, kazanan daima Sauron olacaktır.
Kafanızda kavak ağaçlarından korunaklı kaleler inşa etseniz bile, acıdan kıvranan doğa güçlerini zaptedip kendinize ait, yaşanabilir ve dingin bir gölete dönüştürmek için bütün bütün ormanlar devirseniz de, delice yuvarlanan akıntılara karşı koymak için maharetli yüzgeçlerinizi uzun süre çırpsanız da, çapalarınızı ve barınaklarınızı yerinden sökecek, ayaklarınızı yerden keserek sizi kendisiyle beraber alıp götürecek olan müzik vardır. Sonra da siz bir göçebe olursunuz; bir aylak olursunuz; bu müziğin azgın suları içine karılır, köpüklü şakaları içinde itilip kakılan bir oyuncağı olur, müziğin parlak mavi, yeşil çimenimsi veya kahverengi çamurumsu renklerini alırsınız; suya doygun, melankolik güneş ışığının aydınlattığı ve gümbürtüyle takırdayan taşların olduğu ağıtsı dibe doğru sürüklenirsiniz; porsuk ağacı yaprakları, ringa balıkları, kurbağa kemikleri gibi akıntının yakalayıp gelişigüzelleştirdiği diğer tuhaf şeylerle birlikte tekrar yüzeye yollanırsınız; durmadan değişen manzaralar -kıyıdaki çilli çocuklar, tavuk koroları, eli kulağında fırtına bulutları, yabani maydanozlara tüneyen haziran böcekleri- barındıran çetrefil sololarında da- ğılıp gidersiniz; ta ki müzik sizi alıp, boyutları ile şimdiye dek koruduğunuz olağanüstü uzaysal zekânızı anlamsız kılan bir yere dökene kadar.
Bu his belki de doğuya giden bir buharlı trende aynı boylamda kalmaya çalışmak gibidir. Belki de size sonsuz sayıda elma fırlatılırken elinizde toplam sıfır elma bulundurmaya çalışmak gibidir.
Ama okyanus lakırdının bakir alanıdır ve dünyanın bütün ormanlarındaki ağaçlar bile onun şırıldayan, çalkalanan, çağlayan, gürleyen, geveze dalgalarının sesini kesmeye yetmez.
Nehrin üç yerleşik karakteri çalıp kaçtığı kısım
Kunduzlar teslim olmazlar, ama nezaketlerinden de ödün vermezler. Soğuk ıslak suda yaşarlar, ama yağlı parkaları içinde sıcak ve kurudurlar. Eğer balık addedilirlerse, buna ağaç kesen balıklara dönüşerek karşılık verirler. Onlar ki kesici dişlidir, hiçbir papanın, hiçbir nehrin kuklası değildirler! Kunduzların yaşadığı nehir, kunduzun tabiatına aykırıdır aslında; kunduz Tek Bir Adres'te neslini sürdürmek isterken, nehir uzaklara doğru akıp gider. Kunduzdan daha aksi bir hayvan olsaydı, ormanda sopalarla tuhaf bir baraka inşa ederdi; kunduz kadar aksi olmayan bir hayvanı ise nehir sürükler, darmadağın eder, bir anıya dönüştürürdü.
Reklam
Trappistler'
"Ben bir Trappistim, tıpkı ağaçlar gibi," diye düşündü zambak; kendisini esintiye bıraktı ama yine de ona tek kelime bile etmedi. "Ben bir Trappistim, tıpkı zambak gibi," diye düşündü dere; inci gibi parlak turuncu balıklarla dolup taştı ama onlarla sohbet etmek istemedi. "Bizler Trappistiz, tıpkı dere gibi," diye düşündü yağmur damlaları, bulutların tatlı suyuyla göleti doldururken veya düşmüş bir kirazın suyuna karışırken yahut da toz toprak içinde hareketsiz dururken; hiçbir yerde kendilerini tanıtma gereği görmediler. "Ben bir Trappistim, tıpkı yağmur gibi," diye düşündü ağaç; suskun yağmurun, ılık yapraklarından toprağa süzüldüğünü hissetti; ıslak kuşlar geri döndü, ağaç ise hiç konuşmadı. "Ben bir Trappistim, tıpkı ağaçlar gibi," diye düşündü Trappist ormana doğru yürürken. Zambak, dere ve balıklar ve yağmur onu duygulandırdı; o ise hiçbir şey söylemedi.
Eşek yarışı
Bir fethe çıkarken çoğu zaman, yapmamız gerekenler bir gemi inşa etmek, hayırsever bir kadın bulmak, kaba saba bir mürettebat toplamak ve ışıl ışıl parlayan miğferler giymekten ibarettir. Benim mensup olduğum tür, bu dört basit adımla uzak topraklan, denizleri, uyduları ve molekülleri fethetti. Gene de, binlerce yıl sonra bile, Yarın'ı
İstemiyorum ölmek. Oysaki bundan evvel kaç defa ölüme razı olmuştum. Razı olmak da değil, intihar etmeyi bile düşünmüştüm.
Ki­mi­le­ri der­ler ki in­ti­har bir ira­de işi­dir. Ben bu­na inan­mı­yo­rum. İn­ti­har bir ira­de­siz­lik­tir. Dün­ya­da­ki güç­lük­le­ri ye­ne­bi­len, o ira­de­yi gös­te­re­bi­len kim­se ko­lay ko­lay ölü­me ra­zı ol­maz. Ölü­me ra­zı olan, hiç­bir şey­le ce­bel­le­şe­me­yen, bu sa­vaş­ta bü­tün ümit­le­ri­ni kay­be­den ki­şi­dir. O ümit­le­ri kay­bet­mek için de, in­sa­nın, ken­di­si­ni dün­ya­ya bağ­la­ya­cak hiç­bir şe­yi ol­ma­ma­lı. Ne pa­ra, ne pul, ne aşk, ne mu­hab­bet, ne şe­ref, ne na­mus.
Öldüğüm hâlde aysız bir gecede, oturma odasının karanlığında, beni yaşayanların dünyasına demirleyen bir nesnenin yanında sonsuza dek oturacağım. Neyse ki o zaman geldiğinde hikayemi dinleyecek bir çocuğum ya da torunum olmayacak. Çivisi çıkmış şu dünyadaki tek tesellim bu. Kapıyı kapatıp zifiri karanlığın içine çekiliyorum.
5,6bin öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.