Endüstriyel tüketim hırsı baldan tatlıdır.
Geliyorum diyen bir felaketin farklı zamanlardaki izini süren bu distopik hikaye aslında son derece gerçek ve bizi yakından ilgilendiriyor. Bu kitap, endüstriyel tüketimden etkilenen canlıların arasında, dünyanın ekolojik dengesi için en büyük öneme sahip olanlardan arıları ve onların yokluğunun bizi nasıl bir sona sürükleyeceğini anlatıyor.
3 farklı zamana yayılmış ve paralel olarak ilerleyen hikayeler başlangıçta mikro ölçekte aile ve bireylerin ilişkilerini anlatırken yazarın bütün bu hikayeleri görünmez ağlarla bağladığını anlıyoruz. Geçmiş, günümüz ve geleceği tarihleyebileceğimiz bu hikayelerin ortak noktası; arılar.
Geçmişte arıcılığın temellerinin nasıl atıldığının hikayesini okurken günümüzde arıların ticaretinin yapıldığı ve daha fazla hasat, bal ve para için tabiatlarının dışında işçi köleler gibi çalıştırıldığını görüyoruz. Gelecekteyse artık arıların yokluğundan payını almış insanlık, polenleri kendi elleriyle dağıtmaya çalışarak dengeyi ayakta tutmaya çalışıyor. Yine de bütün bu olumsuzluklara rağmen, kitabı okurken sürekli bir umudun var olabileceğini hissettiriyor kitap. Bu yüzden bu hikayeye umut dolu bir distopya diyebiliriz.
Son olarak, kitabın bir diğer boyutu olan bireylerin ve aile içindeki ilişkiler de oldukça başarılı bir boyut katıyor kitaba. Sorumluluk almaktan çekinen, empatiden yoksun babaların sahnede olup da anlatının kötü olduğu bir kitaba denk gelmedim şimdiye kadar. Üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum.