Hiç de farkında olmayarak içinde yaşadığımız "fanus" ları adeta okuyucularının yüzüne çarpan Sylvia, kitabında oluşturduğu Esther karakteri ile kendi içimizdeki bunalımlarımızı analiz ediyor.
Bu kitaba gerçekten "inceleme" diye nitelendirilebilecek bir yazı yazmayı çok isterdim fakat henüz yeni bitirmiş olmanın verdiği karmaşık duygularla ve kitaptaki baş kahramanın bunalımının direkt olarak bana sirayet etmiş olmasıyla birlikte, tamamen sohbet havasında birkaç paragraf yazacağım.
Beni insanlardan uzaklaştıran, kendi fanusuma sürükleyen bir sürü anım var. Iyi ki mi desem, yoksa keşke olmasaydı mı, bilemiyorum.
Hiçbir topluluğa tam olarak uyumlu hissetmediğim gibi ikili ilişkilerin de tamamıyla çıkarsız olabileceğini düşünemiyorum. Bütün bunlar bir takım tecrübeler sonucu edindiğim çıkarımlar. Çoğumuzun git gide kendi içine kapandığı, telefonlarına gömüldüğü, hız çağına ayak uydurmak adına ilişkilerinde bile derinlik aramadığı şu devirde, kimsenin birbirine samimiyetle ayıracak vakti yok gibi geliyor. Bir virüs gibi adeta. Herkesi bu şekilde tasvir ettiğim için kendim de hiçbir zaman arkadaşlık ilişkilerimde çok samimiyet kurmamaya çalışırım. Kendi içimde kurduğum dünyayı biriyle paylaşmaya çok korkarım. Yalnızlık içinde kıvranmak hep daha iyi bir seçenek gibi geliyor. Çünkü bu dünyada kapana kısılmış gibi hissediyorum,
güvensiz ve düşecek gibi
ama gidecek başka yer de yok gibi..