Geçen her gün, kıldan ince ve kılıçtan keskin bir hesap gününe doğru akıyordu; gelecek o gün, terazisi şaşmayan bir gündü ve hemcinsinin boynuzundan burada korkan bir koyun bile orada boynuzlusundan hakkını alacaktı.
Böylesine muhkem bir mahkeme-i kübra, bu kadar hassas bir ma'dele-i ulya varsa -ki vardı- kimin kimde hakkı kalabilirdi ki!
Öyleyse Ebu Cehillerin üç günlük havasına aldanmamak gerekiyordu! Ebu Leheb'in izzetli duruşuna, Ümmü Cemil'in tepeden bakışına takılmaya da gerek yoktu; adalet-i ilahiyenin tam tecelli edeceği günün akabinde gidecekleri yer şimdiden belliydi!
Bir kısım yüzlerin zift karası kesileceği gün dolunay misali ağarmak varken Nemrutluğun ne alemi vardı!
Hem, yarınlarda ebedi "müflis" damgasını yedikten sonra bugün Karun olsan ne yazar!
Uyusa da Utbeler, uyumayan bir Deyyan var!
Bugün bir nebze canı yansa da Ammar'ın, rahmetiyle başını okşayan bir Rahman var!
Mizan var!
Sırat var!
Hesap var!
Kitap var!