Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Temür Alp Ata!.. Çekikgöz’ün önünden gelenler, hani kaçıp gelenler?!. Onca insan, her milletten, her mezhepten...” “Kaçmak demeyelim istersen, Yunus, evladım, hayata tutunmak diyelim. Çünkü her kaçışın hasret gibi, gurbet gibi, firkat gibi acıları, terk etmek, gözden çıkarmak, vazgeçmek gibi fedakarlıkları vardır. Bunun için kalbi kırık olur kaçanın, içinde hasretlikler büyür. Vatandan, topraktan, sevgiliden yana hasretlikler... Bu yüzden gelenlerin hepsi şefkate, merhamete, tebessüme muhtaç geldiler. Gözlerini yumsalar yaşları ırmağa dönecek gibiydi çoğunun. Muhacir idiler ve bozkırın fakir insanları Ensar’ın zenginleri gibi davrandılar. Ama şüphesiz muhacirlik daha zor idi. Yok pahaya satıp savarak edindikleri küçük servetleri yollarda tükenince, yığılıp kaldılar bu topraklara. Elde avuçta bir şeyleri yoktu. Lakin bazıları bütün zenginliklerini gönüllerinde getirmişlerdi. Onlar sebil sebil saçtılar bu cevherlerini. Bilgi olarak, sanat olarak, zenaat olarak, zarafet olarak... Her yanda ışıl ışıl medreseler, tekkeler kuruldu. Şehirlerin maddi yapıları harap olurken manevi temelleri imara durdu.
“Temür Alp Ata, ya bunlar olurken Melik Gazi’nin kılıcı yassılmış, Sultan Sencer’in gürzü toprağa mı gömülmüş!..” “Oğul!. Bu halk zulme uğradı. Melik Gazi ile Sencer ne yapsın? Düşman onlar dahil herkesi zelil kıldı. Bu topraklardan zulmün ardı arkası kesilmedi nice zaman. Doğum kanıyla ölüm kanı birbirine karıştı, kılıcını çeken geldi, kargısını vuran gitti. Kiminin kınında kafirin haçı parıldadı, kiminin elinde gelinlerin saçı kaldı. İnsan eti yiyen, kan içen nice barbarlar gelip geçti, nice zulüm, nice ihanetler yaşandı... Zalimin karnından aşı eksilmeyegörsün, mazlumun kanına ekmek doğrar da yer. Ama umutsuz olmamak lazımdır. Ayak kırıldı mı, Allah kanat ihsan eder. Bu topraklarda asıl dert Allah’a isyan idi. Bütün bu olanlar O’nu unutmaktan oldu. Şimdi bozkır insanı ne çekiyorsa Allah’a sırtını dönmekten çekiyor. Halkın yegane tesellisi olan şu bacılar, ahiler, zaviyeler, tekkeler, pazarlar, şehirler ve kasabalar işte bu yüzden birer umuttur. Mazlumların her sebeple müracaat ettikleri velilere ait ribat ve tekkelerdir ki, son dilimini komşusuyla paylaşan insanın kurtuluşudur. Yoksa bu halk bunca zulüm karşısında tuz olur dağılır, buz olur erirdi. Herkes bilir ki iktisadi teşkilat, ahlaki teşkilattan sonradır. İlim ve irfan bu kadar zengin ve bereketli olmasaydı toprağımızla birlikte ruhumuz da savrulur giderdi. İşte budur ki umuttur, kırılan ayaklara karşılık verilecek kanattır. Bu topraklarda kanatlanma gücüne sahip kaç insan yaşıyor olduğunu bilemezsin!?.” “Bizim de bir kanada ihtiyacımız var şimdi ya...” diye geçirdim içimden.
Reklam
OSMANLI VE ADAP Seçkinler sadece iktidar sahibi olmakla kalmayıp, (ulemanın bekçisi olduğu ve medreseler sistemi kanalıyla yeniden üretilen) yazılı İslâm kaynaklarına ve (asker/bürokrat seçkinler sınıfının niteliği olan ve gayrıresmî öğrenim ve eğitim yoluyla yeniden üretilen) adab adındaki, daha laik bir töreler ve beğeniler bütününe dayanan klâsik bir uygarlığın, bir “büyük geleneğin” bekçiliğini de yapıyordu. Bir Osmanlıyı Osmanlı yapan değerler ve kanılar bütünü olan bu uygarlık, çok farklı unsurlardan meydana gelmiş bir İmparatorlukta esaslı bir bütünleştirici güç oluşturmuştu. Bu uygarlıkla, ufku yakınındaki köylerle ya da diyelim ki pazarın kurulduğu kasaba ile sınırlanmış ve neredeyse tek bir kişinin bile okur-yazar olmadığı kırsal nüfusun bakış tarzı arasında son derece geniş bir uçurum vardı. Seçkinler uygarlığı ile halk kültürü arasındaki tek bağ, İmparatorluğun her tarafında sıkı bir tekkeler ağı kurmuş olan Mevlevi, Nakşibendi, Rifâi ve aykırı Bektaşi tarikatleri gibi tarikatler tarafından oluşturulmuştu. Bu tarikatlere üyeliğin farklı toplum katmanı gibi sınırlamaları bulunmuyordu ve önde gelen şeyhlerin nüfuzları en yüksek çevrelerde bile güçlüydü. Erik Jan Zürcher (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, s. 29)
Hayatın özeti...
Çakal eriğinin olmuşları Yere düşüyor; Mezarcı oturmuş düşünüyor. Hacı bey diyor içinden; O ne biçim gidişattı öyle İyiye doğruya hiç bakmadan Kendinden emin alabildiğine..
Vatan "bana ne" diyemeyeceğiniz bir şeydir. Vatan bu dünyada âhıret için çalışılacak bir imtihan mekanıdır. Vatan kitaplar, kütüphaneler, âlimler, şeyhler, tekkeler, üniversiteler, taş-toprak-ağaç-kuş ve uçsuz bucaksız bozkırdır.
Hurafelerle bidatlerle doldurmuşlardı dini. Tekkeler miskinler tekkesi olmuştu. Medreselerde ilim, şerhlere şerh düşmekten ibaretti. Günün pratik sorularıma çözüm üretilemiyordu. Gavurlar çalışırken bizimkiler tembellik etmişti. Sonunda tüm bir İslam coğrafyası işgal altındaydı işte.
Sayfa 21 - undefinedKitabı okudu
Reklam
" Alimler ve medreseler İslam'ın " ilmini ", mürşitler ve tekkeler ise İslam'ın " amelini " öğretegelmişlerdir. "
Tekkeler kapanınca, "Pîr iken yosma civân oldum / makam-ı Mevlevî’de şeyh idim pîr-i mugân oldum" diyen Abdülbaki Dede. -Mâ-şâ-Allâh - Makâmın burasıdır mübârek eylesün Allâh Safâ ile geçsün ömrün cefâ göstermesün Allâh Yâ sevâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni Şeyh Gâlib Ne hoş demdir safâ-yı subh-gâhî Ki anda bahş olur nûr-ı İlâhî * Ne hoş demdir sabah vakti sefası. Ki o zamanda dağıtılır Allah’ın nuru. Yârdan cevr ü cefâ lutf u kerem gibi gelür Gayrdan mihr ü vefâ derd ü elem gibi gelür BAKİ
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.