Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
CUMHURİYETİN DEVRALDIĞI MİRAS: 13 milyon nüfus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin çoğu,limanlar ve var olan demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde. 153 ortaokul ve lise, sadece 1 üniversite var. Halkın sadece %7 'si okur-yazar, bu oran kadınlarda %1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde sadece 230 kız öğrenci okuyor. Ekonomik bakımdan yarı sömürge.Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcaması 50 krş. Altyapı her alanda yetersiz.Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde. Anadolu araştırmayan, nakilci ve yetersiz medreselerin elinde. Her yanında tarikatlar, tekkeler ve dergahlar. Yasalar çağın gereklerinin gerisinde. Kadınların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok.Kadınlarında bir gün erkekler gibi doktor, mühendis, belediye başkanı, avukat, milletvekili, bakan olabileceklerini hayal etmek bile zor. Ne seçme hakları bulunuyor ne seçilme. Kısacası vatandaş sayılmıyorlar. Ülke neredeyse bütünüyle pek çok alanda ortaçağı yaşıyor.
Sayfa 682Kitabı okudu
215 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Sinan Akyüz bence bir efsane ;hiçbir kitabında sıkıldım diyemem ama sıralama yapmak gerekirse bu kitap kesinlikle 1 numara;1 gecede biten bir solukta okunan kadın erkek ilişkini;dergahlar,tekkeler,son derece eğitimli ve kariyer sahibi bir çiftin süreklendiği yaşamm... tavsiye ettiğim herkesin tek gece de tek solukta okuduğu bu kitabı gönül rahatlığı ile herkese tavsiye ediyorumm..
İki Kişilik Yalnızlık
İki Kişilik YalnızlıkSinan Akyüz · Alfa Yayınları · 20191,926 okunma
Reklam
'' Ribat: Sınır boylarında düşmana karşı korunmak maksadı ile bir çeşit "sınır karakolu" olarak kurulmuş, bir yandan askeri, öte yandan dini-tasavvufi eğitim- öğretim y o olan yerler, kaleler, konaklar, tekkeler. Bunlar, çok eski bir geleneğe; Buddhist-Türk geleneğine bağlı olarak, Müslüman Türkler tarafından kurulmuş ve kullanılmış müesseselerdir. ''
İbn Arabî
Tarikatçilerin akıl hocası İbn Arabî, Firavun'un imanla öldüğüne yemin edip günahkar olmuştur. Tarikatçiler, Mevleviler, Halvetiler, Kalenderiler, çalgı çalarak Kuran-ı Kerim okuyup, çocuk oğlan hep birlikte dua ediyoruz diye raks edip oynayanlar, bunlar kafîrdir. Tekkeler yıkılmalı, temelleri yedi arşın kazılmalı, çıkan toprak denize dökülmeli ki ancak oralarda namaz kılınabilsin.
Sayfa 19 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Aziz Nesin - Başka Nasıl Anlatmalı?
"...Tehlike üzerimize çullandı çullanacak... Aymak zamanı ha geçti, ha geçiyor... Bu tehlike, dinsel gericiliktir, bağnazlıktır, yobazlıktır, gericiliktir, ortaçağı bile yaşamadan ortaçağ karanlığına gömülmektir; üstelik 'Atatürkçüyüz! Atatürkçüyüz!' diye diye sürünerek, inleye inleye akılcılıktan kaçıp gericilik batağında eriyip
Sayfa 35 - "Başka Nasıl Anlatmalı?" başlıklı makalesinden, 25 Mayıs 1993. - Aziz Nesin,Bir Tutam Aydınlık,Adam Yayınları,1.Basım Nisan 1994,s.35-36
163 syf.
10/10 puan verdi
Saadettin Ökten'i bir kültür söyleşisinde tanımıştım bu kitabida o vesile ile aldım. Kitapta kendi hayatindan ve eski istanbuldan cokca söz ediyor. Bizzat eski tekkeler ve seyhlerle ilgili olan anektodlar cok hosuma gitti. Biyografi sevenlere tavsiyemdir.
Hayatımdan Portreler
Hayatımdan PortrelerSadettin Ökten · İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları · 201663 okunma
Reklam
“Temür Alp Ata!.. Çekikgöz’ün önünden gelenler, hani kaçıp gelenler?!. Onca insan, her milletten, her mezhepten...” “Kaçmak demeyelim istersen, Yunus, evladım, hayata tutunmak diyelim. Çünkü her kaçışın hasret gibi, gurbet gibi, firkat gibi acıları, terk etmek, gözden çıkarmak, vazgeçmek gibi fedakarlıkları vardır. Bunun için kalbi kırık olur kaçanın, içinde hasretlikler büyür. Vatandan, topraktan, sevgiliden yana hasretlikler... Bu yüzden gelenlerin hepsi şefkate, merhamete, tebessüme muhtaç geldiler. Gözlerini yumsalar yaşları ırmağa dönecek gibiydi çoğunun. Muhacir idiler ve bozkırın fakir insanları Ensar’ın zenginleri gibi davrandılar. Ama şüphesiz muhacirlik daha zor idi. Yok pahaya satıp savarak edindikleri küçük servetleri yollarda tükenince, yığılıp kaldılar bu topraklara. Elde avuçta bir şeyleri yoktu. Lakin bazıları bütün zenginliklerini gönüllerinde getirmişlerdi. Onlar sebil sebil saçtılar bu cevherlerini. Bilgi olarak, sanat olarak, zenaat olarak, zarafet olarak... Her yanda ışıl ışıl medreseler, tekkeler kuruldu. Şehirlerin maddi yapıları harap olurken manevi temelleri imara durdu.
“Temür Alp Ata, ya bunlar olurken Melik Gazi’nin kılıcı yassılmış, Sultan Sencer’in gürzü toprağa mı gömülmüş!..” “Oğul!. Bu halk zulme uğradı. Melik Gazi ile Sencer ne yapsın? Düşman onlar dahil herkesi zelil kıldı. Bu topraklardan zulmün ardı arkası kesilmedi nice zaman. Doğum kanıyla ölüm kanı birbirine karıştı, kılıcını çeken geldi, kargısını vuran gitti. Kiminin kınında kafirin haçı parıldadı, kiminin elinde gelinlerin saçı kaldı. İnsan eti yiyen, kan içen nice barbarlar gelip geçti, nice zulüm, nice ihanetler yaşandı... Zalimin karnından aşı eksilmeyegörsün, mazlumun kanına ekmek doğrar da yer. Ama umutsuz olmamak lazımdır. Ayak kırıldı mı, Allah kanat ihsan eder. Bu topraklarda asıl dert Allah’a isyan idi. Bütün bu olanlar O’nu unutmaktan oldu. Şimdi bozkır insanı ne çekiyorsa Allah’a sırtını dönmekten çekiyor. Halkın yegane tesellisi olan şu bacılar, ahiler, zaviyeler, tekkeler, pazarlar, şehirler ve kasabalar işte bu yüzden birer umuttur. Mazlumların her sebeple müracaat ettikleri velilere ait ribat ve tekkelerdir ki, son dilimini komşusuyla paylaşan insanın kurtuluşudur. Yoksa bu halk bunca zulüm karşısında tuz olur dağılır, buz olur erirdi. Herkes bilir ki iktisadi teşkilat, ahlaki teşkilattan sonradır. İlim ve irfan bu kadar zengin ve bereketli olmasaydı toprağımızla birlikte ruhumuz da savrulur giderdi. İşte budur ki umuttur, kırılan ayaklara karşılık verilecek kanattır. Bu topraklarda kanatlanma gücüne sahip kaç insan yaşıyor olduğunu bilemezsin!?.” “Bizim de bir kanada ihtiyacımız var şimdi ya...” diye geçirdim içimden.
OSMANLI VE ADAP Seçkinler sadece iktidar sahibi olmakla kalmayıp, (ulemanın bekçisi olduğu ve medreseler sistemi kanalıyla yeniden üretilen) yazılı İslâm kaynaklarına ve (asker/bürokrat seçkinler sınıfının niteliği olan ve gayrıresmî öğrenim ve eğitim yoluyla yeniden üretilen) adab adındaki, daha laik bir töreler ve beğeniler bütününe dayanan klâsik bir uygarlığın, bir “büyük geleneğin” bekçiliğini de yapıyordu. Bir Osmanlıyı Osmanlı yapan değerler ve kanılar bütünü olan bu uygarlık, çok farklı unsurlardan meydana gelmiş bir İmparatorlukta esaslı bir bütünleştirici güç oluşturmuştu. Bu uygarlıkla, ufku yakınındaki köylerle ya da diyelim ki pazarın kurulduğu kasaba ile sınırlanmış ve neredeyse tek bir kişinin bile okur-yazar olmadığı kırsal nüfusun bakış tarzı arasında son derece geniş bir uçurum vardı. Seçkinler uygarlığı ile halk kültürü arasındaki tek bağ, İmparatorluğun her tarafında sıkı bir tekkeler ağı kurmuş olan Mevlevi, Nakşibendi, Rifâi ve aykırı Bektaşi tarikatleri gibi tarikatler tarafından oluşturulmuştu. Bu tarikatlere üyeliğin farklı toplum katmanı gibi sınırlamaları bulunmuyordu ve önde gelen şeyhlerin nüfuzları en yüksek çevrelerde bile güçlüydü. Erik Jan Zürcher (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, s. 29)
1.016 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.