Bu maraz maalesef büyük ölçüde müslüman­lara da sirayet etmiştir ve nitekim günümüde 'tebliğ yapmak' deyince, taraftar sayısını çoğalt­mak için her türlü laf u güzafı sarf etmek, sonra bu laf u güzafı 'kişisel ya da akli yorum' olarak takdim edip o güzelim kelimenin, 'Te'vil' kelime­sinin 'iftiranın kardeşi' manasına dönüşmesine çanak tutmak anlaşılmaktadır. 'Tebliğ', tebliğ edilecek sözü, o sözün sahibinin muradına uygun olarak başkalarına aktarmak veya o murada uy­gun bir hatt-ı hareket takip etmek demektir; yok­sa 'Ben akli yönteme göre anladığımı söylerim, kullandığım yöntem 'akli' olduğu için '(benim gi­bi) akıllı' olanlardan da bu yorumumu kabul et­melerini isterim' demek yahut Kur'an'ı tebliğ et­mek; İslam'ı insanlara sevdirmek ya da hak bir sözle batılı kastederek 'İslam'ı asrın idrakine söyletmek' gibi esasen sahih niyetlerle yola çıkıp sonra adına konuşulan o Mübarek Kelam'ı heva ve hevese 'oyuncak' etmek değildir.
Sayfa 35
Kaf Dağının var olup olmadığı meselesi Kaf Sûresinin ilk âyetinin tefsirlerinde yer almaktadır. Bilindiği gibi, "Kaf" Kur'ân'da İslâm elifbasının 21. harfi gibi yazılmaktadır ve asıl mânâsı Allah ve Resulü tarafından bilinen hurûf-u mukattaalardan birisidir. Bütün hurûf-u mukattaalarda olduğu gibi, müfessirler "Kaf" üzerinde de
Reklam
Te'vil konusunda Selefin Sözleri
[Ebû Bekr el-Beyhakî, "el-Esmâü ve's-Sifat" isimli kitabında Evzâi' den sahih bir isnadla şu sözleri rivayet eder: Biz, ki henüz aramızda tabiîn çoktu Allah Teâlâ'nın Arş üzerinde olduğunu söyler, Allah'ın sünnette geçen sıfatlarına iman ederdik. Tebe-i Tabiîn devrindeki dört imamdan Hicaz ehlinin imamı Mâlik'ten
"seven sevdiğine itaat eder. " ilkesini hayatlarının eksenine yerleştiren sahâbe efendilerimiz hem kur'ân'ın âyetlerine kayıtsız şartsız iman etmiş hem kur'ân'ın yaşayan hâli olan efendimiz'in (s.a.v) söylediklerine teslim olmuşlardı. Bugünün Müslümanları olarak maalesef bizler bu itaatten çok geri kalmış bir vaziyetteyiz. Duyduğumuz kur'ânî ve nebevî hakikatlere karşı hemen "işittik ve itaat ettik" diyeceğimiz yerde, açıkça dile getirmesek bile İsrâiloğulları'nın davrandığı gibi davranıyoruz. Kur'ân'daki emirleri hayatlarımıza taşıyacağımız yerde birçok bahane ileri sürüyor, yapmamak için te'vil üzerine te'vil getiriyoruz. Hâl böyle olunca da vahyin şekillendirdiği şahsiyetler ve o şahsiyetlerin oluşturduğu Kur'ân toplumu bir türlü ortaya çıkmıyor.
(Bakara; 2/61)
61-Hani siz: Yâ Mûsâ! Bir (çeşit) yemeğe sabredemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Mûsâ ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde Mısır'a inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte onların
İslâm ve Modernite Yan Yana Duramaz
Modern Müslüman kadın, eğitim görmüş entelektüel yanı gelişmiş, erkekle birlikte iş sahasında olmak istiyor. Dışarıdaki hayatı erkekle birlikte inşa etmek istiyor. Buna İslam'dan imkân arıyor. Burada vakıa ile nasslar çatışıyor. Böyle bir durumda nassı te'vil etmeye çalışıyoruz. Olguyu esas kabul ettiğimiz için, onu değiştirmeyi düşünmüyoruz da, nassı bir şekilde olguya dönüştürmek için çabalıyoruz. Oysa doğru olan olguyu nassa uydurmaktır. Allah'ın rızasını arayan bir insan için aksi söz konusu olamaz.
Reklam
482 öğeden 421 ile 430 arasındakiler gösteriliyor.