İnsan öleceğini fark etmiyorsa, varoluşunu da yaşayamaz, diye düşündü. Ve bir yandan yaşamın ne kadar harika olduğunu düşünmeden de, ölmek zorunda olduğumuzu düşünmek imkânsız.
Kimsin sen?
Bir bilse! Sofie Amundsen'di tabii, ama kimdi bu Sofie Amundsen? İşte bunu doğru dürüst anlamış değildi henüz.
Ya başka bir adı olsaydı? Mesela Anne Knutsen? Birdenbire başka biri mi olacaktı o zaman?
Ömrüm, diyecek içinden. Ama bundan ilerisini düşünemeyecek ve bu sözcüğü zikir gibi, lanet gibi telkin gibi tekrarlarken, büyük acılarla yolu düştüğü, hiç uzakta olmadığını bildiği fakat sonrasında hiç hatırlayamadığı dünyaya dalacak: Ömrüm.
Sohrab'ın suskun olduğunu söylemek, yanlış olur. Suskunluk, huzur içeriyor. Sakinlik, dinginlik. Yaşam düğmesinin sesini kısmak gibi.
Sessizlik ise düğmeyi kapatmak. Kesmek. Tamamen durdurmak.
Şiş indi, yara izi zamanla iyileşti. Kısa bir süre sonra ince, tırtıklı, pembe bir çizgiye dönüştü. Ertesi kış, yalnızca soluk bir izdi. Buysa kaderin komik bir cilvesiydi. Çünkü o kış, Hasan'ın gülümsemekten bütün bütüne vazgeçtiği kıştı.