Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Türk Efsaneleri
Türk Efsaneleri Kim demiş Türkler denizci bir ulus değil diye! İnsanlığın ikinci atası Nuh Türk olup insanlığı gemisi ile Anadolu'da kurtardı. Son Türk efsanesini canlı ölüler ibreti ile mahşer tufanı efsanesi olarak yaşıyoruz. Yaşananlar yaşandı, yaşanacaklar yaşanacak. Yaşadıklarınıza bir anlam veremiyorsanız, ilmi bir mana ile
30 Mart 1431 Pazar günü Edirne'de dünyaya gelen II. Mehmet, çocukluğundan itibaren devrin ileri gelen alimlerinden eğitim aldı. Devlet idaresini öğrenmesi amacıyla Manisa'ya vali olarak gönderildi. On iki yaşında babası Sultan II. Murat tarafından tahta çıkarıldı. Bu genç padişahın tecrübesizliğinden yararlanmak isteyen dönemin Avrupa devletleri bir haçlı ordusu kurarak bölgedeki Türk hâkimiyetini sona erdirmek için yola çıktılar. Durumun ciddiyeti üzerine vezirleriyle görüşen genç padişah, babası II. Murat'ı yeniden tahtı devralması için Edirne'ye davet eder. Babası bu davet üzerine oğluna şu haberi gönderir: "Bizim tahtı oğlumuza bırakmaktan maksadımız, yorucu geçen ömrümüzün son yıllarını rahat ve huzur ile yaşayıp ibadetlerimizi yapmaktı. Saltanat kimde ise din ve devleti savunmak da onun görevidir." Sultan II. Mehmet bu haber üzerine babasına şu cevabı yazar: "Saltanat senin ise, düşmanlar topraklarımızı alarak ilerlemektedir. Osmanlı Devleti ve İslam dünyası tehlikededir. Eğer saltanat benim ise, ordunun başına geçmeniz için fermanım vardır. Göreviniz ihtar olunur!" Bunun üzerine Edirne'ye gelen II. Murat ordusuyla Varna'ya hareket eder ve 1444 yılında büyük bir zafer kazanarak Osmanlı'nın bölgedeki gücünü perçinler.
Elma YayıneviKitabı okudu
Reklam
Zübeyde Hanım
Zübeyde Hanım 1857 yılında doğmuştur. Babası Sofuzâde Feyzullah (Sadullah) Ağa, annesi Molla Ayşe Hanım'dır. Tam bir Balkan Türküdür. Renkli gözlü, sarışın ve açık tenli.. Konyarlar (Konyalı) denilen bir Türk ailesine mensuptur. Onun zamanında kızların okula gitmesi yaygın değildi ama o, okur yazar olduğu için kendisine Zübeyde Molla denilirdi. İyi bir eğitim alamamasına rağmen çocuklarının eğitimine önem vermiştir. Oldukça dindar, Kur'an kültürü yüksek birisidir. Çocuklarına, bilhassa Mustafa'ya çok düşkün bir annedir. Hayatı boyunca savaş şartlarında dahi oğlu ile irtibatını yakın tutmuştur. Mustafa Kemal'in hastalandığını duyduğunda onu görebilmek için Haleb'e kadar gitmesi oğluna olan düşkünlüğünün güzel bir kanıtıdır. Genç yaşta dul kaldığından, yine o dönemin şartları gereği ikinci evliliğini yapmıştır. Selanik'in düşmesiyle birlikte İstanbul'a, oğlunun yanına gelmiştir. Yardımseverliği herkesçe bilinmektedir. Kişilere ve Darüşşafaka gibi kurumlara elinden geldiğince yardım etmiş ve bağış yapmıştır. 14 Ocak 1923 günü İzmir'de vefat etmiştir.
Sayfa 22 - 2. Baskı, Mart 2023, İstanbul.Kitabı okudu
256 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Fotoğrafın Ötesi’ne Dair..!
Fotoğrafın Ötesi’ne Dair Ahmet Mücahit Danışmaz Samimi bir sohbet sonrası kucağıma tutuşturulan diş kirasının içindeki en yeni kitaptı Fotoğrafın Ötesi. Kitabı alıp ismine ilk baktığımda, galiba içerisinde fotoğraflar var ve bunları yazarın gözüyle okuyacağız, diye düşündüm. Ancak kitabı bir solukta okuyup hakkında bu yazıyı yazmadan önce tam
Fotoğrafın Ötesi
Fotoğrafın ÖtesiDursun Çiçek · Muhit Kitap · 202123 okunma
Karalama2
...?...?/1989... Kendini haddinden fazla duyumsadığı için acıya ve korkuyuda haddinden fazla duyarlı arkadaşım için, burası tam bir cehennemdi. Her şeyiyle farklıydı Ankara'dan. Çok kültürlü, birçok etnik gruptan oluşan, bu etnik grupların bir nevi kabileci bir tutumla diğerleriyle arasına sınırlar koyarak birbirinden ayrıştığı, etnik
Abdülmecit Milli Mücadeleye sempatisini göstermekle birlikte tercihini hanedandan yana koyuyordu. Kendisinin de akıl hocalarının da tahminleri doğruydu, Milli Mücadele ondan en azından Anadolu içindeki ayaklanmaları bastırmakla yararlanacaktı. Bu da Vahdcıtin ve Damat Ferit'le açıkça çatışması demekti. Abdülmecit çekilince Ömer Faruk gitmeye talip oldu, ama çocuğunun doğumunu beklediğinden bir kaç ay geciktirmek ya da uygun zamanı hesaplamak durumunda kaldı. Ankara'yla temas kurmadan yola çıkıığı için İnebolu'dan "Kendisine ihtiyaç duyulmadığını anlayarak" geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Bu konuda bir Amerikan kaynağı ilginç ancak başka kaynaklarca da onaylanması gereken bir iddia ortaya atıyor: "Abdülmecit'in oğlu Ömer Faruk babasına, artık milliyetçilere katılmadan duramayacağını söyleyerek 28 Nisan 1921 günü İstanbul'dan ayrıldı. Ankara ise onu geri çevirdi. Abdülmecit bu reddi sade kendisine ve oğluna değil, saltanata bir hakaret saydığını belirterek M. Kemal'e bir protesto gönderdi. Hanedanın bütün üyelerinin Ankara'ya gitmek ve cephedeki Türk ordusunu ziyaret hakkı bulunduğunu da ekledi.(...) Baba oğulun davranışlannın bilinçli ve tutarlı olduğunu söylemek güçtür. Birinin uygun zamanı beklemesinin, diğerinin de kendi başına hareket eımesinin Ankara'da güven yarattığı söylenemez.
Sayfa 264Kitabı okudu
Reklam
kemalistler kemalistler demesi birilerini hatırlattı
Anadolu'dan kaçıp İstanbul'a sığınmış olduğunu ileri süren Ömer Kazım adında bir yazar, 31 Temmuz 1922 günü, yani Büyük Zafer'den tam bir ay önce şunları dünyanın bilgisine sunmuştu: "Kemalistler Türkiye'nin en tehlikeli düşmanlarıdır. (. . .) Kemalist megalomani ve yabancı düşmanlığı Kuvayı Milliye'nin esasını oluşturur (. .. ) Yorgun ve bitkin kardeşlerimiz şu anda, Helen ordusu tarafından işgal edilmiş olan bölgede yaşayanlara gıpta ile bakıyorlar. Yunanlılar en azından adaletini kabul etmek gereken bir yönetim uyguluyorlar. Böylece kendi bölgeleriyle, seferberlikleri, sonu gelmez soruşturmaları, zorla borç almaları, espiyonlama sistemleri, işkenceleri, sıkı yönetimleri ve idam sehpaları ile Türklerin yaşamını Hıristiyanlarınkinden de daha zor hale getiren Kemalist yönetimin günlük dramı arasındaki farkı vurgulamak hususunda hayli akıllıca davranmışlardır. İki yıldan beri Yunanlılar moral bir sızma peşindeler; iki yıldan beri Kemalistler ise, Türkleri Türk olmaktan iğrendiriyorlar." Bu tepki, 1921 Ağustos'unda Sakarya'dan az önce ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için ilan edilen "Tekalifi Milliye Emri" ile ilgilidir. Zafer, halktan asker verme dışında imkanlarının sonuna kadar maddi yardımı da gereksindiriyordu. Bunların sağlanması savaş koşullarında tabii ki yumuşak değil, sert yöntemlerle gerçekleşiyordu. Maddi refahını kaybetmemek pahasına bağımsızlığını fedadan sıkılmayanlar için bu şüphesiz bir eleştiri konusuydu.
Sayfa 204Kitabı okudu
tan atımının en yakın olduğu an, gecenin en karanlık olduğu andır
1921 Temmuz'unda Yunan kuvvetleri genel saldırıya geçip Türk kuvvetleri sürekli olarak geri çekilmeye başladığında bu güçsüzlük duygusu sadece Anadolu dışındakileri değil, Ankara'yı bile sarmıştı. Milletvekilleri kürsüden hükümeti ateşe tutuyor neden toprakların terk edildiğini öğrenmek istiyorlardı. M. Kemal 'in cevabı hiç de tatmin edici değildi: "Biz bütün maddi ve manevi kuvvetlerimizle düşmanlarımızı durdurmaya çalışacağız (...) şu nokta veya bu noktada durdururuz fakat memleketin heyeti umumiyesini müdafaa ve muhafaza etmek istiyoruz. Bazan muvakkat olarak bir kısmının düşman eline geçmesine razı olmak icap eder." Düşman Ankara'ya elli kilometre mesafeye kadar yaklaşmıştı. Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa 22 Ağustos 1921 günü Meclis kürsüsünden, onbeş gün içinde düşmanın Ankara'yı tehdit edebilecek duruma geleceğini, dolayısıyla bir hafta zarfında Meclis'in Kayseri'ye nakli gerektiğini açıkladı. Bir panik olduğu açıktı. Gidişin Meclisin kontrolunda disiplinli yapılmasını öneriyordu, aksi halde kaçış ortamında paşaları kimsenin dinlemeyeceğini söyledi: "Paşa hazretleri emir verecek mi, kim dinler?" Sakarya'da bir bozgun olduğu, Milli Mücadele'nin sona erdiği haberleri 22 gün 22 gece süren (23 Ağustos - 13 Eylül 1921) savaş sırasında bütün dünyaya yayıldı. Aynı sırada Enver'in Batum'dan ordusuyla Anadolu'ya girdiği ve darbe yaptığı haberi de ortalıkta dolaşır. O günler, M. Kemal'in de Milli Mücadele'nin de prestijinin içerde de, dışarda da en aşağı düzeye düştüğü zamandır.
Sayfa 199Kitabı okudu
Türkçülükte ilk hareketi 3 Mayıs 1944 çarşamba günü Ankara'daki birkaç bin meşhur Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususi bir şerefi vardır. bundan sonra 3 Mayıs Türçülerinin günüdür ona bir bayram diyemeyeceğiz. çünkü yıllarla süren büyük ızdırabımız o gün başlamıştır.ona bir matem demek de Kabil değildir çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan an vermek,yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek Yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. o güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayıs'ta gafletten ayrılmış maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş Can düşmanlarını tanımış dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür. Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılmaz. Bundan dolayı 3 Mayıs'a Türkçülerin günü deyip çıkıyoruz... Var olsun
Sayfa 103 - Akademik bilim yayınlarıKitabı okudu
.... 1908 Devrimi: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet 23 Aralık 1876, Haliç Tersanesi’ndeki Bahriye Nezareti’nde İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan, Almanya, Rusya ve Osmanlı heyetleri toplantı hâlindedir. Konu, Osmanlı’nın Balkan toprakları ve büyük devletlerin bu topraklar üzerindeki çıkarlarıydı. Batılı devletler ile Rusya
Reklam
Kafkasyalılar, tıpkı bir sevgiliye yazar gibi hançerleri için aşk şiir­leri yazar, adeta sevgiliyle buluşmaya gider gibi savaşa giderlerdi. Dünyanın en güzel insanları olduğu söylenen bu esmer halk için savaşmak hayatın ta kendisiydi. Hançerleriyle yaşar ve yine han­çerleriyle ölürlerdi. Cenk etmek onlar için nefes almak gibiydi. Amentüleri
Anadolu'dan kaçıp İstanbul'a sığınmış olduğunu ileri süren Ömer Kazım adında bir yazar, 31 Temmuz 1922 günü, yani Büyük Zafer'den tam bir ay önce şunları dünyanın bilgisine sunmuştu: "Kemalistler Türkiye'nin en tehlikeli düşmanlarıdır. (…) Kemalist megalomani ve yabancı düşmanlığı Kuvayı Milliye'nin esasını oluşturur (…) Yorgun ve bitkin kardeşlerimiz şu anda, Helen ordusu tarafından işgal edilmiş olan bölgede yaşayanlara gıpta ile bakıyorlar. Yunanlılar en azından adaletini kabul etmek gereken bir yönetim uyguluyorlar. Böylece kendi bölgeleriyle, seferberlikleri, sonu gelmez soruşturmalar, zorla borç almalar, espiyonlama sistemleri, işkenceleri, sıkı yönetimleri ve idam sehpaları ile Türklerin yaşamını Hristiyanlarınkinden de daha zor hale getiren Kemalist yönetimin günlük dramı arasındaki farkı vurgulamak hususunda hayli akıllıca davranmışlardır. İki yıldan beri Yunanlılar moral bir sızma peşindeler; iki yıldan beri Kemalistler ise, Türkleri Türk olmaktan iğrendiriyorlar." Bu tepki, 1921 Ağustos'unda Sakarya'dan az önce ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için ilan edilen on "Tekalifi Milliye Emri" ile ilgilidir. Zafer, halktan asker verme dışında imkanlarının sonuna kadar maddi yardımı da gereksindiriyordu. Bunların sağlanması savaş koşullarında tabii ki yumuşak değil, sert yöntemlerle gerçekleşiyordu. Maddi refahını kaybetmemek pahasına bağımsızlığını fedadan sıkılmayanlar için bu şüphesiz bir eleştiri konusuydu.
Sayfa 204 - Boyut YayınlarıKitabı okudu
Son Padişah
VI. Mehmed Vahideddin, halife unvanıyla son Cuma selamlığına 10 Kasım günü katıldı. Padişahlık unvanlarını artık kullanamıyordu. Damat Ferit'in kendisine haber vermeden yurt dışına kaçışı ve muhtemelen Ali Kemal Bey'in linç edilmesi üzerine hayatı hakkında endişesini belirterek İngiliz Yüksek Komiserliği'nden yardım istedi. 17 Kasım sabahı Malaya zırhlısıyla Türk sularını terk etti. Halife yanında sadece çok yakınlarını, maiyetini götürdü. Hazine-i Hümayun'dan bir şey almamıştır. Dışarıdaki ikameti sırasında İtalya kralının kendisine yaptığı mali yardım teklifini bile reddetmiştir. Fakat benzer yardım teklifleri İslam dünyası hükümdarlarından gelmemiştir.
Sayfa 146 - Kronik KitapKitabı okudu
6-7 Eylül olayları üzerine :
Geniş kültürlü bir Türk subayı 8 Eylül 1955 günü bir· yabancı dostuna şunları söylemiştir: «Bu, düşünebildiği­nizden de feci bir olaydır. Dünyada adımızın lekelendiğini sizler görüyorsunuz. Şimdi bizden gene vahşiler diye, bahsedilecek ve bilhassa Yunanlılar bunda kusur etmeyecek. İşin bizi asıl üzen tarafına gelince, biz bu vesile ile Atatürk devrimlerinin milletçe benimsenmedigini görmüş oluyoruz. Demek ki bu devrimler bir Avrupalılaştırma cilası yerine geçmiş, ama halk kalabalığımız derin bir değişikliğe uğrarmamıştır. Tesbit ettiğimiz diğer bir nokta, uçurumun yalnız Türk halkı ile Batı dünyası arasında bulunmadığı, bizimle, Avrupa'lı olan Atatürkçü seçkinlerle, kitle olarak Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki kadar mutaassıp, yabancı düşmanı ve cahil olan bazı v atandaş­lar arasında da aynı derinlikte bir uçurumun mevcut olduğudur».
268 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.