Bu arada Ötüken, doğrudan olmasa da Türkeş hakkında yayınlarına devam ediyordu. Onun faaliyetlerini, konuşmalarını, gittiği yerlerde yaşananları okuyucularına bildiriyordu. Bunlardan birinde Türkeş, Türkiye’nin kalkınması için altı büyük hamle yapılması gerektiğini söylüyordu: “İdarede kalkınma, maarifte kalkınma, içtimaî hamleler, sanayide hamle, tarım ve toprak ıslahatı, maliye ve vergide ıslahat”. Türkeş burada bir de milliyetçilik ve Turancılık tarifi yapıyordu. Ona göre Türk milliyetçiliği “Türk milletini sevmek, ona hizmet için çırpınmak ve Türk devleti ile milletine vefa ve sadakatle bağlı olmaktı. Turancılık ise Türklüğün en doğal ve şerefli vazifesiydi. Türklüğün kurtuluş ve yükseliş reçetesiydi. Bu sebepten dolayı her Türk milliyetçisi Turancılığı gerçekleştirmek için çalışmalıydı”. Fakat bu yakın ilişki çeşitli “dedikoduların” çıkmasına sebep olacaktı.
Onlar bu gelişmeyi Türkçülüğün siyasîleşerek ilkelerinden taviz vereceğini şeklinde düşünmüyorlardı. Bilâkis, bu yolla Türkçülüğün ülkeye “hâkim” kılınacağına inanıyorlardı. Sançar için bu bir ümitti, “Türkiye’nin hak ettiği yere gelmesi ve Türk’ün mutlu yarınlara doğru yürümesinin ümidi”. Bu maksatla Sançar, bütün Türkçülere sesleniyordu: “Iztıraplar, endişeler, çekingenlikler olduğu kadar kırgınlıklar, ayrılıklar ve bugüne kadar engel gibi gözüken her şey aşılmalı, geride bırakılmalı ve gönüllerinde Türklük sevgisi taşıyanlar, doğan ümidin etrafından birleşmelidirler.”
Reklam
Bu yüzden Türkçüler Turan hakkında uzun boylu düşünmemiş olmalıydılar. İşte Atsız bu konuya biraz da böyle yaklaşıyordu. Ona göre, bu mesele siyasî bir işti ve nasıl gerçekleşeceğinin çok da önemi yoktu. Aslında Atsız’ın söyledikleri, Türkçülük bahsinde buraya kadar söylenenlerin de bir özeti gibi. Evet, Türkçülük vardır; Türkçülüğün de
Hocaoğlu Selahattin Ertürk, tıpkı Kore Savaşı’nın taraflarının olduğu gibi, dünyanın demokratlar ve Komünistler olarak ikiye ayrıldığını yazıyordu. Demokrasi cephesinde saf tutmuş Türklüğün yaşaması Sovyet bloğunun dağılmasıyla mümkündü. Bunun için diğer devletlerin Türkiye’yi ve Rusya’da yaşayan Türkleri desteklemesi gerekiyordu. Ertürk’e göre, Rus, Japon, Alman ve Çin yayılmacılığının önlenebilmesi için Türklerin bir devlet veya federasyon kurmaları şarttı. Bu amaca da Rusya Türkleri teşkilatlandırılarak, silahlandırılarak ve ayaklandırılarak ulaşılabilirdi. Fakat Türkiye’nin gücü buna yetmeyeceği için Birleşmiş Milletler de bu meselenin üzerinde durmalıydı.
Atsız büyümekten bahsediyordu. Fakat Türklerin büyümesi başka milletlerin de küçülmesi demekti. Bu da uluslararası bir durumun ortaya çıkmasına sebep olurdu. Bazı Türkçüler Turancılığı uluslararası anlamda değerlendiriyorlardı. Yani Turan, sadece Türklerin değil bütün insanlığın menfaatineydi. Zira “insanoğlunun varlığına kastetmiş” olarak gördükleri Komünizm ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının yegâne yolunun Turan’ın kurulması olduğuna inanıyorlardı. Bektaş Dümenci’ye göre, dünya üzerindeki başka hiçbir millet böyle bir silaha sahip değildi. Ne atom bombası, ne Marshall planıyla dağıtılan milyonlar bununla boy ölçüşebilirdi. Dikkat çekicidir ki bu konu, Türkçüler tarafından bilhassa Kore Savaşı sırasında dile getirilmiştir. Günün siyasî vaziyeti ile Türkçülerin tavsiyeleri bu bağlamda örtüşmektedir. Meselâ Selahattin Ertürk, tıpkı Kore Savaşı’nın taraflarının olduğu gibi, dünyanın demokratlar ve Komünistler olarak ikiye ayrıldığını yazıyordu. Demokrasi cephesinde saf tutmuş Türklüğün yaşaması Sovyet bloğunun dağılmasıyla mümkündü. Bunun için diğer devletlerin Türkiye’yi ve Rusya’da yaşayan Türkleri desteklemesi gerekiyordu. Ertürk’e göre, Rus, Japon, Alman ve Çin yayılmacılığının önlenebilmesi için Türklerin bir devlet veya federasyon kurmaları şarttı. Bu amaca da Rusya Türkleri teşkilatlandırılarak, silahlandırılarak ve ayaklandırılarak ulaşılabilirdi. Fakat Türkiye’nin gücü buna yetmeyeceği için Birleşmiş Milletler de bu meselenin üzerinde durmalıydı.
Nejdet Sançar da çeşitli vesilelerle aynı mevzua değinmişti. Ona göre Türkçüler, Turancılığı hiçbir zaman siyasî bir mesele olarak görmemiş, harsî ve millî bir mesele olarak telâkki etmişlerdi. Sançar başka bir yazısında yakın coğrafyadaki Türklerle Türkiye’nin münasebetlerinin tamamen kültürel münasebetler olduğunu vurguluyordu. Atsız ise buna tamamen karşıydı. Turancılığın sadece kültürel birlik diye tarif edilmesini “boş ve yanlış” buluyordu. Çünkü kültürel birlik ancak siyasî birlik neticesinde doğabilirdi. Aksi halde Sovyetler Birliği’nde farklı alfabeler kullanan ve yerel lehçeleri edebî dil haline getirilmiş bulunan Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar ve Başkurt gibi Türk topluluklarının tek bir kültür dairesi içinde birleştirilmesi mümkün değildi. Esasen Atsız’ın dergilerinde Turancılığı bir “hayâl” olarak görenler de yok değildi. Meselâ Nihat Sami Banarlı, Turan’ı “varılamayacak kadar uzak bir hedef”, Turan yolunda ölmeyi ise “beyhude” olarak görüyordu. Amaç Türkiye’yi kalkındırmak olmalıydı. Zira en makul Türkçülük buydu.
Reklam
92 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.