Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Paradoksal olarak sonraki yıllarda Şiiliği Sünni İslam'a yaklaştıracak bir gelişme meydana geldi. Bu, daha önceki egzersizlerden oldukça farklıydı. Sözkonusu gelişme Cemal Abdünnasır'ın Arap ulusçuluğuyla İran'ın Batı-yanlısı tavrı arasındaki çatışma atmosferinde gerçekleşiyordu. Temmuz 1960'ta Mısır, İran'ın İsrail'i tanıması nedeniyle İranla diplomatik ilişkilerini kesti. Ağustos'ta, Ezher'de yapılan bir toplantıda 150 alim, bütün Müslümanları İsrail yanlısı politikası nedeniyle İran şahına karşı cihad tavrı almaya çağıran bir bildiri yayınladı. Üç yıl sonra Şah, kadın özgürlüğü ve toprak reformunu da içeren 'beyaz devrim'ini başlattı. Bu, o zamanlar nisbeten tanınmayan Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin önderliğinde geniş bir dini muhalefete neden oldu. Humeyni, hem bu reformları, hem de Şah'ın İsrail ve ABD ile ilişkilerini kınamaktaydı
Sayfa 95 - YönelişKitabı okudu
Öğrenmeyi hep çok sevdim, okuldan ise hep nefret ettim. Lenore'u tanıyıncaya kadar bunun bir paradoks olduğunu düşünmüştüm hep. Büyük ölçüde parça parça ezberlerden oluştuğu için aldığım eğitim bana pek anlamlı gelmemişti; o dönemden bu yana yirmi beş yıl geçti ve eğitimin anlamı iyice kayboldu. Batı dünyasının büyük kısmında eğitim sistemi siyasetçiler tarafından sınavlara çok daha fazla öncelik verecek şekilde yapılandırıldı. Sınavlar hariç hemen her şey-oyun, müzik, teneffüsler-dışlanır oldu. Çoğu okulun ilerici olduğu bir altın çağ zaten hiç yaşanmamıştı, ama giderek dar bir verimlilik vizyonu etrafında oluşturulmuş bir eğitim sistemine geçildi. 2002 yılında George W. Bush tarafından yürürlüğe koyulan Eğitimsiz Çocuk Kalmasın Yasası ABD'nin dört bir yanında standartlaşmış sınavların sayısını muazzam ölçüde artırdı. Ve sonraki dört yıl içinde çocuklara koyulan ciddi dikkat sorunu tanıları yüzde 22 artış gösterdi."
Sayfa 253Kitabı okudu
Reklam
Timsahlar avlarını yedikleri sırada gözlerinden ilginç bir şekilde yaşlar akıyordu. Yakaladığı canlıyı hem vahşice yiyip hem de onun için gözyaşı dökmesindeki paradoks nedeniyle ne zaman sahte gözyaşı döken biri görülse buna timsah gözyaşları denmişti. İnsanlık her ne kadar olayı timsahlann hüznü üzerinden yorumlasa da bu olayın nedeni tümüyle fizyolojik bir süreçten kaynaklanıyordu. İnsan da dahil olmak üzere birçok canlının ağzının içerisinde tükürük bezleri vardı. Yemek yeme sırasında bu bezlerin uyanılması ile tükürük salgısı artış gösterir ve bu sayede yeme ve sindirim işi kolay laşırdı. Timsahlar açısından da benzer bir sistem söz konusu olmakla beraber bu canlıların tükürük ve gözyaşı bezlerine giden sinir liflerinde ilginç bir varyasyon bulunmaktaydı. Timsah avını yemeye başladığında ilgili sinir lifleri tükürük bezlerini uyararak tükürük salgılanmasını sağlıyordu. Fakat aynı lifler bir şekilde gözyaşı bezlerini de uyardığı için hayvanın gözünden gözyaşı akıyordu.
Sayfa 167Kitabı okudu
Kötülük sorunu
Hristiyan filozoflar sadece Tanrı'nın varlığı için rasyonel bir argüman peşine düşmemiş, aynı zamanda muhalif argümanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Epikuros'un ileri sürdüğü, bunlar arasındaki en güçlü argümanlardan biri, kötülüğün varlığı sorununu gündeme getirir. Epikuros, paradoksunda şunları sorar; "Tanrı kötülüğü önlemek istiyor ancak bunu yapamıyor mu? O zaman kadir-i mutlak değildir. Engelleyebilir ama istekli mi değil? O zaman kötü niyetlidir. Hem istekli hem de kadir mi? Öyleyse neden dünyada kötülük var? Ne istekli ne de kadir mi? Öyleyse ona neden Tanrı diyelim?" Bu paradoksa değinen ilk Hıristiyan filozof olan Augustinus, Tanrı'nın bize doğru ya da yanlış yapmayı seçme özgürlüğü verdiğini savundu. Tanrı, var olan her şeyi yaratmasına rağmen kötülüğü yaratmadı; çünkü kötülük bir şey değil, bir eksikliktir. Bu, iyiliğin eksikliğidir ki bu eksiklik insanın akıl sahibi oluşunun bir neticesi olarak ortaya çıkmış ve Ådem, bilgi ağacının meyvesini yemeyi seçtiğinde bize aktarılmıştır. Dolayısıyla kötülük, Tanrı'nın bize özgür irade tanıması karşılığında ödediğimiz bedeldir. Gerçi bu da kendi içinde Tanrı'nın her şeyi bilmesi konusunda başka soruları beraberinde getirir.
Kötülük Sorunu Hristiyan filozoflar sadece Tanrı'nın varlığı için rasyone bir argüman peşine düşmemiş, aynı zamanda muhalif argümanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Epikuros'un ileri sürdüğü, bunlar arasındaki en güçlü argümanlardan biri, kötülüğün varlığı sorununu gündeme getirir. Epikuros, paradoksunda şunları sorar: "Tanrı kötülüğü önlemek istiyor ancak bunu yapamıyor mu? 0 zaman kadir-i mutlak değildir. Engelleyebilir ama istekli mi değil? 0 zaman kötü niyetlidir. Hem istekli hem de kadir mi? Öyleyse neden dünyada var? Ne istekli ne de kadir mi? Öyleyse ona neden Tanrı diyelim?" Bu paradoksa değinen ilk Hıristiyan filozof olan Augustinus, Tanrı'nın bize doğru ya da yanlış yapmayı seçme özgürlüğü verdiğini savundu. Tanrı, var olan her şeyi yaratmasına rağmen kötülüğü yaratmadı; çünkü kötülük bir şey değil, bir eksikliktir. Bu, iyiliğin eksikliğidir ki bu eksiklik insanın akıl sahibi oluşunun bir neticesi olarak ortaya çıkmış ve Adem, bilgi ağacının meyvesini yemeyi seçtiğinde bize aktarılmıştır. Dolayısıyla kötülük, Tanrı'nın bize özgür irade tanıması karşılığında ödediğimiz bedeldir. Gerçi bu da kendi içinde Tanrı'nın her şeyi bilmesi konusunda başka soruları beraberinde getirir.
Sayfa 124Kitabı okudu