Tanrı ve insan. Her şey, inanan insanın, Tanrıya doğru koşusu, düşüşü, tekrar yücelişi, cennetini yitirişi, hakikat medeniyetini yitirişi ve sonra tekrar buluşu biçiminde olup bitiyor.
Var olmak, gerçek manasıyla var olmak, hareketleriyle düşüncesini sonsuzluğa istinat ettirmek demektir ve böylelikle kendi varlığını sonsuzlukta aramak demektir.
Hareketin tarifinde son söz olarak şu prensibi kabul ediyoruz: Tam ve gerçek hareket, her defasında, en iptidai bir karar ve feragatte bile, BÜTÜN ÂLEME YAYILIŞ, ORADAN SONSUZLUĞA GEÇİŞ, sonra sonsuzluktan aldığı kuvvet ve bütün âlemlerden aldığı ibretle, aynı zamanda zekâ ve iradenin bütün kuvvetlerini kullanarak, tekrar kendi ferdî alemimizd dönüş ve bu noktadan âlemle temastır.
Böyle olmıyan hareketler kısırdır, ölü doğmuş hareketlerdir, gerçekten hareket olamamış verimsiz denemelerdir.
Âşık oldum erene ermek ile
Hakk’ı buldum ben eri bulmak ile
Ere erdim, erde buldum maksudum
Bulamadım taşradan sormak ile.
Ne yere baktım ise er oturur
Gönlün aldum yüz yere sürmek ile
Hak’tan imiş canlara cümle nasip
Olmaz imiş Kâbe’ye varmak ile
Yunus’a sorsanız hayatının bütün hikayesi bu. Ere ermek! Bunu yapabilene ne mutlu. Yapamayan yüz defa Kâbe’ye de varsa nafile!
Hiç bir insan yavrusu dünyaya gülerek gelmez. İlk nefesi alınca ciğerdeki loblar dolunca o bir can acısı yapar ve anadan ayrılmanın gayr-ı şuuri acısı ile insan önce ağlar. İşte ağlayarak geldiğimiz dünydan gülerek ayrılma sanatı, tasavvuftur.
Peygamber Efendimiz (sav) ne buyuruyor? “İdarecilerinizde bir yanlışlık gördüğünüz zaman, sizde mutlaka mevcut olan şahsi bir yanlışınızı düzeltin, onlar hakkında hayır duada bulunun!” Bak, Hz. Peygamberin formülüne; bak bizim yaptığımıza. Onların bir hatasını gördüğünüz zaman kendi hatanızı düzeltin. Yapıyor muyuz böyle bir şey? Yapmıyoruz.
Hakîkaten gönül ehilleri ancak kendi gönül ehilleriyle sohbet edebilirler, ondan hoşlanırlar, başka türlü olması mümkün değil. Yani, ben bir şey söylerim, o başka şey anlar.
Gönlün hubdan huba düşmesi aslında Hubb-i Mutlak’ın muhtelif mazharlarda kendini ayân etmesidir. Bütün mesele o mazharlarda, duraklarda kalmamaktır. O durakta kalmadığın zaman bütün Hubblar/sevdalar, seni menziline erdirecek duraklar olurlar.
Yolda bir mezarlığın önünden geçtik. Ben kabir ehline selam verdim. Genç adam da benim peşimden selam verdi. “Bu yaptığın,” diye seslendi ihtiyar adam, “sünnettendir.”
“Müslüman’ın kalbi” dedi genç, “selametle dolu olmalı. Çünkü Rabbimiz bize sünneti talim ettirerek, nasıl müslümanca yaşanacağını ve ölüneceğini göstermiş, kalbüne ahiretin kat’î olduğunu yerleştirmiştir.
Elimden, genç adama hayranlıkla gülümseyerek bakmaktan öte birşey gelmedi. Böylesine genç birinde bu kadar ruhi duyarlılık görmek insanın kalbini ısıtıyordu.
Çiçeğin saksısını değiştirirken eski topraktan biraz bırakmalı dedi Şeyh. “ve kökleri de zedelememelisin, unutmaki aşırı bol su ve aşırı zengin toprak da çiçeği yakar. Biz hem aşka hem ibadete muhtacız. İbadet, çiçeğin gıdası gibidir. Sudur, vitamindir.