Karanlıkta kapıyı bilinmeyen için açık bırak! En önemli şeyler oradan gelecektir, hatta kendine bile ancak bu kapıdan ulaşabilirsin; gitmeyi düşündüğünde de yine o kapıdan çıkarsın.
“Ormanda kaybolmak her zaman şaşırtıcı, akılda kalıcı ve değerli bir tecrübedir,” diye yazıyordu Walden’da. “Tamamen kaybolana veya başka bir yöne çevrilene kadar doğanın enginliğini ve o enginlik içinde gizlediği tuhaflığı takdir etmekte güçlük çekeriz. Oysa, bir insanın bu dünyada kaybolması için gözleri kapalıyken kendi etrafında bir kez dönmesi yeter de artar bile. Kaybolana kadar, başka bir ifadeyle dünyayı kaybedene kadar, kendimizi bulmak gayesiyle atacağımız bütün adımlar nafile bir çabadan ibarettir. Zira, nerede olduğumuzu, neler düşündüğümüzü ve düşüncelerin ilişkilerimizi sonsuz uzantılarıyla sürdürdüğü bağlantıyı ancak o zaman fark ederiz.” Burada Thoreau, İncil’de ki o soruyla oyun oynuyor aslında: Bütün dünyayı kazanmış ama ruhunu kaybetmiş bir insan gerçekte ne kazanmıştır? Bir başka açıdan bakıldığında, önemli olan bütün dünyayı kaybetmek, onun içinde kaybolmak ve bütün bu aşamalardan sonra ruhunu bulmaktır.
Her şey aşağılık ve bencillik ve yalan.
İnsanlar kabullenmeye yanaşmıyor; çünkü sigortaların attığını göremeyecek kadar açgözlülüklerini doyurmaya vermişler kendilerini. Karanlığı ve ardındaki örümcek suratı ve hepsini saran ağı göremiyorlar. İnsan mutluluğun ve iyiliğin yüzeyini kazırsa, altından bütün çıkacak olan bu karanlıktır.
Siyah ve siyah ve yine siyah.
Şimdiye kadar hiç böylesine duygulara kapılmadığım bir yana, olabileceğini aklımdan bile geçirmemiştim. Kinden de çok, umutsuzluktan da çok. İnsan dokunmadığı şeyden nefret edemez, çoğu insanın umutsuzluk sandığını hissetmem bile olanaksız. Umutsuzluktan da öte. Artık duygularımı bütünüyle yitirmişim gibi. Görüyorum ama hissedemiyorum.