Ne çok istek. Ne çok özlem. Ve ne çok acı, yüzeye ne kadar yakın, yalnızca birkaç dakika derinde. Yazgı acısı. Varoluş acısı. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğuldayan acı. Ulaşılması böylesine kolay olan acı.
“Ben sizinki kadar teşekküllü ve oturmuş bir hayat kuramadım.”
“İstemediniz mi, beceremediniz mi?”
“Beceremeyeceğimi düşündüm.”
“Neden?”
“Becerme gayretlerinin nasıl tarumar olduğunu gördüm. Beyhude kalıyor çabalar.”
Yeni bir hayat kurmak… Nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu? Yoksa bir tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için mutlaka, kuvvetli bir rüzgâr mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık “eski” mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?
Belirsizlik vaadkâr bir aralıktır. Bazı insanlar o aralıkta yaşamayı sever. Böylece kendilerini oyalar, oluşlarını ertelerler. Kendini kandırmak da insani bir hal’dir.
Sadece ümitsizlik nedeniyle tanımlar getiririz. Bir formül gerekmektedir, hatta pek çok formül; en azından zihne bir haklılık ve yokluğa bir gösteriş sağlamak için..