" Oysa ben ne diyordum kendi kendime: Hey gidi bakir topraklar! Uçsuz bucaksız el değmemiş engin ovalar!
Bu coşkuyu veren hep o tarih öğretmenimiz Aldiyarov idi. Bakın nasıl anlatmıştı bize Anarkay bozkırını: " ... Yüzyıllardan beri el sürülmemiş Anarkay bozkırı. Kurday yaylasından başlar, tâ Balkaş gölünün sazlı, makili kıyılarına kadar uzanır. Baştanbaşa pelin otlarıyla kaplıdır. Yazılanlara, anlatılanlara göre, buraya dalan sürüler, hiçbir iz bırakmadan kaybolup giderlermiş. Uzun yıllar yabani at sürüleri dolaşmış durmuş oralarda. Anarkay, geçmiş çağların sessiz tanığı, büyük savaşların meydanı, göçebe oymakların anayurdudur. Günümüzde Anarkay bozkırı hayvancılık için çok elverişli, zengin bir bölge olmaya hazırdır..."
Anarkay konusunda öğretmenimizin bu coşkulu konuşması uzar giderdi."
" İhtiyarın bir oğlu vardı ve yirmi yıl kadar önce savaşta ölmüştü. Pek gençti öldüğü zaman ve şimdi onu Çordon'dan başka kimse hatırlamıyordu. Zaten Çordon'un kendisi de evde, karı-koca arasında ondan hiç söz etmezdi. Ve işte şimdi, birdenbire oraya, onun savaştan önce öğretmenlik yaptığı yere gitmeye karar vermişti.
- Onun hayatta olduğuna, ölmediğine her zaman imandım, her zaman hissettim bunu. Oraya gitmek için sabırsızlanıyorum, gidip görmek istiyorum onu, diyordu"
"Avıla varıncaya kadar ağzımızı açıp tek kelime konuşmadık. Hem konuşmaya ne gerek vardı? İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez..."
"Bana sorarsan bu gibi şeylerde başarıya ulaşmak için daha inançlı olmak gerekiyor," dedi Graham yüzüne bulaşan dondurmaları silerek. "Eğer var olduğuna bile inanmazsan aradığın şeyi nasıl bulacaksın ki?"