“Oysa benim de dünyaya ve içindeki bir takım saçmalıklara pervasızca kafa tuttuğum zamanlar vardı sen yetişemedin...
Bir haksızlık bir adaletsizlik bir bile isteye kırılmış kalp görmeyeyim yıkarım ortalığı dediğim zamanlar vardı sen görmedin...
Hep böyle içi çürümüş mücrim bir aç değildim bakma şimdi Gölgemi her türden mahlukata çiğnetme beni bu hale sokan hep taahhüt edilen ama hiç yerine getirilmeyen bir takım vaatler sözler karşılık bulamamış seviler ve beklentiler.”
Biliyor musun?
Benim hayatım senin hiç uğramadığın sokaklara benziyor.
Bakmadığın aynalara, çalmadığın kapılara...
Oysa insan aynaya baktığında gülümseyecek bir yüz ariyor.
Aynı gökyüzüne bakarak hayal kuracağı bir kalp..
Canı sıkıldığında kapısını sorgusuz aralayacak bir dost, yalnız kaldığında dertleşecek bir umut, huzur aradığında hissedecek bir aşk arıyor. itiraf etmeliyim; sana söyleyemediğim her yarım kalmış cümlenin baş ağrısını çekmek bana iyi gelmiyor.
İyiyim falan diyorum ya, inanma. Bunlar hep şiir icabı, hep hazır cevap.
Uzaklığın o kadarı işte!!
Biliyor musun?
Benim hayatım senin hiç uğramadığın sokaklara benziyor.
Bakmadığın aynalar, çalmadığın kapılara...
Oysa insan aynaya baktığında gülümseyecek bir yüz arıyor.
Aynı gökyüzüne bakıp hayal kuracağı bir kalp...
Canı sıkıldığında kapısını sorgusuz aralayacak bir dost,
yalnız kaldığında dertleşecek bir umut, huzur aradığında
hissedecek bir aşk arıyor.
İtiraf etmeliyim; sana söyleyemediğim her yarım
kalmış cümlenin baş ağrısını çekmek bana iyi gelmiyor.
iyiyim falan diyorum ya, inanma.
bunlar hep şiir icabı, hep hazır cevap.
Uzaklığın o kadarı işte!
Zorunda kalırsanız koca hayatınızı tek bir bavula sığdırabilirsiniz. Gerçekten neye ihtiyacınız olduğunu kendinize sorarsanız, sonucun hiç de hayal ettiğiniz şekilde olmadığını göreceksiniz: yarım kalmış işlerinizi ve faturaları ve günlük takviminizi anında bir kenara atacaksınız ki, yağmurlu havalarda giydiğiniz kalın pijamalara, çocuğunuzun hediye ettiği kalp şeklindeki taşa ve ilk âşık olduğunuz günlerde okuduğunuz için her Nisan ayında yeniden elinize aldığınız yıpranmış romana yer açılsın. Anlarsınız ki asıl önemli olan bunca yıldır biriktirdikleriniz değil, yanınızda taşıyabileceğiniz birkaç şeydir.
1975 Yılı, On Aralık Çarşamba sabahı saat sekiz. Ankara'da, Refet KÖRÜKLÜ Beğ'in Küçükesat'taki evinin önündeyim. Birlikte otomobille İstanbul'a gideceğiz, bekliyorum. Ayrıca Adalet Hanım ve Faruk Çil Beğ de gidecekler. Arabanın aynasındaki arızalı vidayı tornavidayla sıkıştırmağa uğraşıyorum. Ayna birden fırlayarak düştü, kırıldı. Kırılan aynanın
Evet gittim! Gittim evet! Affet beni…
Ama arkamdan deme sakın vefasız
çünkü kaçmak düşmüştü benim payıma
anlımıza böyle yazılmış yazgımız.
Ne yaparsın hayat bu; çok acımasız.
Yakan ve yıkan
“onulmaz acılarla taçlanan!”
ki bu aşktır beni
Bir haksızlık bir adaletsizlik bir bile isteye kırılmış kalp
görmeyeyim yıkarım ortalığı dediğim zamanlar vardı
sen görmedin
hep böyle içi çürümüş
mücrim bir ağaç değildim.
Haberin yoktur,söylemek istedim. Sen, vicdanınla mutlu ve huzurlu şekilde uyurken ben sabaha kadar sizin mutluluğunuza içiyordum .
Bana bir kalp bir de ciğer borçlusun haberin ola.